10 Eylül’e, Ürün’e, Savaş Yolu’na ve hala TKP’mizi savunan üyelerimize açık mektup
Değerli yoldaşlar, 04.07.2007
Kanımızca bugün ivedi olan görev, partinin 1973 tüzük ve programını kabul eden partililerin yeniden ayağa kalkması ve parti çalışmasına başlamalarıdır. „Nerde bir komünist varsa parti ordadır“ şiarı boşuna söylenmemiştir. Bu nerede bir partili varsa, orada örgütlü çalışma var demektir. Örgütlü çalışma olmadan partililik olmaz. Örgütsüz komünist olmaz. Eskiden partili olan ve hala ben TKP’liyim diyen ve TKP’nin 1973 program ve tüzüğünü kabul eden partililerin eski parti birimlerini bulmaları ve parti çalışmalarını yeniden canladırmaları gerekir. Hücresi dağılmış, parti birimi kalmamış ve yoldaşlarını bulamayan yoldaşların ivedi görevi oturduğu ve çalıştığı yerde yeni bir birim kurmak ve partinin program ve tüzüğüne göre çalışmaya başlamaktır. TKP’nin bu çizgisi yeni değildir, 1920’de kurulduğu günden beri yürürlüktedir. Bu Leninci bir ilkedir, likidasyonla, legal veye illegal koşullarla ilgisi yoktur. Tüm komünist partileri böyle çalışır. Parti en alttan en üste kadar bu birimlerin tümüdür, artitmetik sayısal bir toplamı değil, nitel bir birliğidir. Komünist partisi ne bir sendikal örgüt, ne gençlik, ne kadın ne de bir aydın veya meslek kuruluşudur. Komünist partisi işçı sınıfının en bilinçli, en tutarlı, en sınanmış kesiminden oluşan öncü, avangart koludur.
Partisiz komünist olmaz bilincinde olan dünün ve bugünün komünistleri, daha o zaman partiyi buldular, tüzük ve programını kabul ederek partilendiler ve komünist oldular. Bağımsız veya partiler üstü komünist olunmaz. Komünist partilidir, ne tarafsız bir kişi, ne de partiler üstüdür. TKP’lilerin kendisine komünist deyen kişi ve grupları birleştirmek veya „Türkiye komünist hareketinin birliğini“ sağlamak gibi bir görevleri olamaz. Zira partinin tüzük ve programını kabul edip üye olanlarla, bu tüzük ve proramla ilgisi olmayan,“TKP yoktur, kalmamıştır, yeniden kuralım“diyen kişiler ve gruplarla yeni bir oluşuma, yeni bir TKP kurmaya teşebbüs etmek abesle iştigal olur. Böyle bir anlayış partililik ruhu ve pratiğine taban tabana zıttır. Partiye tek tek tek üye olunur. Gruplar, fraksiyonlar üye olamaz. Üye olmak istiyenler önce kendilerini dağıtırlar ve tek tek kişiler olark, üyelik taleblerinin nedenlerini partiye bildirir. Parti de bunların üyeliklerini inceler, sonra karar verir, aday üyelik süreci başlar ve sonunda kesin karar verilir. Tüzükte bu çok sarih bir şekilde belirtilmiştir. Bu ilkeyi bozmaya kalkanlar, „komünistlerin birliğini“ parti üyeliği ile karıştıranlardır, işçi sınıfının eylem birliğini ve partinin bağlaşıklık politikasını anlamayanlardır.
Partimizin sol güçlerle, tüm ilerici ve devrimci güçlerle eylem birliğinin özünü, partimizin programında belirtilen strateji ve taktiği ile ilgili sahada aramak gerekir.Gorülecek ki, bu politika herşeyden önce temel sınıf olan işçi sınıfının, diğer sınıf ve katmanlarla bağlanma ve ve onları ileri domokratik devrime ve oradan da sosyalizme çekme savaşıdır. TKP solun birliğinden çıkmaz, ama TKP’nin birliği olmadan hiçbir sol hareket amacına ulaşamaz. TKP sol hareketin atar damarıdır. TKP gücünü işçi sınıfının ve emekçilerin en bilincli, en kararlı öncü kolu olmasından, Marksizm-Leninzm ideolojisine sahip olmaktan alır.
Partimizin bağlaşıklık politikası, işçi sınıfının tarihsel misyonunu yerine getirmesi için savaşımın her aşamasında somut tarihsel bir olgudur. Bir kereye mahsus ortaya çıkarılmak istenen bir büyüklük, bir gövde gösterisi de değildir. Bu politika, işçi sınıfının ideolojisi ve idealleri temelinde burjuvaziye karşı tüm sınıf ve katmanların sınıfsız toplumu kurmaya, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü ortadan kaldırdırmaya yöneliktir. Bu bakış açısı da sınıfsaldır. ML-politika daima işçi sınıfının kime karşı savaşım sorunu ile bağlıdır. Güç ve eylem birliğini, yekvücut bir sistem olan komünist partisi imiş gibi bir imaj vererek ortalıkta dolaşanlar, partili olamazlar. Partinin tüzüğüne aykırı hareket ederek, Partinin yaşadığı TIP’le birleşmeyle başlayan likidasyon siyasetinden ders alınmalıdır. Bu hatanın tekrarını savunmak komünistçe bir tavır değildir. İşlenen hatadan ders çıkarmak gerekmektedir.
Zamanında partiye girmiş ve partiden atılmış, SIP gibi partilere girmiş ve sahte TKP’de görevler almış unsurlarla bir araya gelinemez. Bu gibi insanlar parti suçu işlemişlerdir. Bunların rehabilite edilmelerine ancak kongreler veya konferanslar karar verebilir. Hiç bir parti biriminin veya partilinin partiden atılmış olanları rehabilite etmeye veya onları korumaya yetkisi yoktur. Görevleri olmadığı halde bunlarla ilişkiye geçenler parti suçu işlemiş olurlar. Partimizin Kutlu ile birlikte yaşamakta olduğu likidasyonu fırsat bilen bu unsurlar komünist rozetlerini takarak ortaya çıktılar ve TKP’ye karşı „zamana ve koşullara uygun“ yeni bir TKP gereklidir diye ortaya atıldılar. Bunların içinde renkarenk troçkist, anarşist, antistalinist, antileninist, sözde marksist, sözde TKP’li, sözde Bilenci, sözde Suphici bir çok kişi ve gruplar vardır. Özü itibariyla küçük burjuva sınıfsal konumlarda olan tüm bu kişi ve gruplar, eskiden beri TKP’ye devlet komünistliği dayatan Mihri Belli, Rasih Nuri, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve hala bunlardan kopamayanların yolunda gidenlerdir. TKP’ye, Demir, Bilen Aram gibi hayatta olmayan yöneticilerine küfreden, karalayan bu kişilerle bir TKP’li yan yana gelemez, komünizm platformları adı altında komünistlerin birliği saçmalığına alet olamaz.
Partimizin geleneği bozguncularla, fraksiyoncularla, likidatörlerle savaşı gerektiriyor, bunlarla birleşmeyi değil. Partimizin geleneğinde, TIP veya diğer küçük burjuva sosyalist partileriyle ne legalde, ne de illigalde organik bir birlik geleneği yoktur. Onlarla sınıf temelinde eylem birliği geleneği vardır. Parti geleneğinden söz edenler buna sırtını çeviremezler. Kutlu ve çevresi gibi TIP geleneğinden gelenlerin çoğu bunu anlayamadılar, eylem birligi yerine birlik ve büyüme adına likidasyonu getirdiler. Aynı gemi içinde olan ve hala tüzük çercevesinde bir mekanizmaya kavuşmamış yoldaşlar- kendi dağınıklarını, kendi iç sorunlarını aşması başkadır, „Komünist hareketin dağınıklığından“ ve „birliğinden“ bahsetmek başkadır, bu saflık değilse likidasyonun Nabi’den sonra gelen aşamasıdır. Partililerin kendi iç sorunlarını aşmalarına kişiselliğin, kariyerizmin, post kavgasının dışında, objektiv hiçbir engel yoktur. Doğa, toplum ve düşünce yasallıklarının diylektik birliği böyle bir engeli tanımaz. Eğer TKP’liler kendi birimlerinde, kendi örgütlerinde tüzüğe ve programa göre is yapmaya başlarlar, partinin minimal programı olan ileri demkrasi ile maximal programı olan sosyalizm için savaşı birleştirirlerse, partinin birliği ve dirliği sağlanır, otoritesi artar, etkisi, sayısal güçünden kat katbüyük olur. O zama da partililer arasında devrim ve sosyalizm lafazanlığı yapanların maskesi daha çabuk düşer. Markscı-Leninci devrimci çizgiyi savunmayı, partinin örgütlülüğünü yükseltmekte kendini gösterir. Partinin gücü herşeyden evvel, kendi örgütlülüğünde ve üyelerinin bilnçliliği ile ölçülür. Bu kendisini yalnız örgütlülükte değil, siyasetinde ve ideolojisinde kendini gösterir. Bu sağlanmadan, dışardan güç ve taban aramak üstenciliktir, TKP’lilikle bir ilgisi yoktur.
TIP’le birleşmeyle başlayan likidasyon sürecinde, TKP’liler örgütsüzleştiler, örgüt kapıları adeta kilitlendi. Üyeler sudan çıkmış bir balığa döndüler. Bir kısmı bedbah, üzgün ve kızgın bir şekilde köşesine çekildi. Bunların çoğu işçi sınıfından umudunu kesmiş değiller. Bir kısmı adete üstündeki „yükten“ kurtulmanın sevinci ve rahatlığı içine girdi. Kutlu ve çevresi başta olmak üzre bir diğer kesim ise, burjuvaziye yamandılar, „sınıflar üstü“ konumlar aldılar, işveren çevrelerinin danışmanlığını üslendiler, işçi düşmanlığı yaparak kariyer yapmaya başladılar. Bir kısmı kariyerini dinde, bir kısmı da milliyetcilikte buldu.
Daha başından ve sonradan TIP’le birleşmeye, TBKP ve sonraki süreclere karşı olan yoldaşlar, azınlık olmaktan öteye geçemediler. Bunların bir kesimi, 10 Eylül adı altında TKP’yi yaşatalım diye bir araya gelerek „Komünist hareketin birliği“ gibi çürük bir silaha sarıldılar, partinin tüzük ve programını bir kenera attılar, legal çalışma adı altında legalizm batağına daldılar. 10 Eylülcüler de sonra Ürün ve 10 Eylül diye ikiye ayrıldılar. Ürün grubu da kendi içinde Ürün ve Savaş Yolu diye ikiye ayrıldı. Tüm bu bölünmeler, bunların daha zamanında partinin program ve tüzüğünü özümsememiş olmasından, sınıfsal ve daha bir dizi objektif nedenlerden kaynaklanmaktadır. Hepsinin ortak özelliği, kendi subjektif kişisel çıkarlarını partinin ve işçi sınıfının çıkarlarından üstün tutmalarıdır. Tarihimizde temel marksist-leninist ilkeleri, kendi çıkarları uğruna bir kenara bırakarak, „komünist hareketin birliği“ adı altında parti düşmanlarıyla, partiden atılanlarla, kırk kapı değiştirenlerle ilişkiye geçerek liderlik sağlamaya, taban aramaya kalkanlar, hep işçi sınıfına ve onun öncüsü olan avangart koluna büyük zararlar vermişlerdir.
Bu saptamamız bu gruplarda çalışan ve yer alan tüm yoldaşlar için geçerli değildir. Biz, Tüstav sitesinde, Nabi ve diğerlerinin partimize saldırılarına ve kara çalmalarına karşı çıkan yazılarımızdan sonra, Savaş Yolu bizimle ilişkiye geçti. Yazılarımızın Savaş Yolun’da yayınlanmasını istedi, yayınlayabilirsiniz dedik. Yazılarımız istediğimiz gibi yayınlanmadı. Buna ragmen hareketimizin çkarlarını gözeterek göz yumduk. Ama gelişmelerin Savaş Yolu okuyucularının yanlış bilgilendirilmesine varınca, tutumlarının doğru olmadığını yazılı olarak bildirdik. Savaş Yolu ile ilişki kurduğumuz zaman Ürünle de ilişki kurduk. Her ikisine de tutumlarının yanlış olduğunu belittik. Biz kendilerine düz birer parti üyesi olduğumuzu, 20 yıldan fazla zamandır parti yönetimiyle ilişkimizin kesildiğini, ilerde de parti yönetimine girme gibi bir düşüncemizin olmadığını, tek isteğimizin Türkiye’de partimizin işleyen bir mekanizmaya kovuşması ve „kan kaybına“ bir an evvel son verilmesi olduğunu ve bu yöne imkanlarımızın ölçüşünde destek verebileceğimizi söyledik. Bu görüşümüz bugün de geçerlidir. Vardığımız sonuç şudur ki, gerek Savaş Yolu, gerek Ürün, gerekse 10 Eylül birer fraksiyondurlar. Hatırlatmakta yarar vardır: Leninci partide fraksiyonlar, gruplar, hizipler olamaz. Kim ki, partiliyim ve tüzük hala benim için bağlayıcıdır diyorsa, hemen bu fraksiyonları dağıtmak için harekete geçmesi gerekir. Dağıtmamakta ayak diretenler parti suçu işlerler. Bunun böyle olması gerektiğini bizim ortak tüzüğümüz bize söylettiriyor. Bunu yalnız biz değil, fraksiyonların dışında ve içinde kalan tüm parti üyelerinin söylemesi ve partinin birlik ve dirliğini her şeyin üstünde tutması gerekir.
Partinin Atılım döneminde doğan IGD. IKD, Birlik ve Dayanışma gibi örgütleri kendi dar grup çıkarlarına alet etmek, bu örgütleri parçalayıp bölmek, kendine bağlı birer yan kuruluş olarak göstermek, bu örgütlerin gelişmelerine balta vurmaktır. Bu kabul edilir bir tutum değildir. Bu kuruluşların üyelerinin bu tutmlara müsaade etmemesi, karşı çıkması, tek birliği savunması gerekir.
Kanımızca Ürün de, Savaş Yolu da ve kendine 10 Eylül diyenler de yaptıkları yayınlarla yanlış yoldadırlar. Bunların hiç biri tek başına TKP’nin takipcisi değildir. Son zamanda Ürün dergisi Isveç’ten Ali Kınalı Ürün (TKP) ibaresini kullanmıştır. Burdan ne amaçlanıyor bilemeyiz. Eğer Ürün’ün TKP’nin organı olduğu imajını vermek istyorsa, bu kamuoyunu aldatmaktan başka bir şey değildir. Ürün TKP’nin ne legalde ne de illeegalde yayın organı olmuştur. Ürünü çıkaranlar sonra TKP’ye girdiler ve sonra da TKP’nin 1973 Atılımında partinin görüşlerini yayamaya başladılar. Bugünkü Ürün de TKP’nin 73 Atılımını savunan bir dergi olabilir. Ne var ki, Ürün TKP’nın görüşlerini değil, burjuva aydın ve yazarlarının görüşlerini savunan bir dergi konumuna gelmiştir. Günümüzde burjuvaziyi başka bir cepheden eleştiren, ama amacı bujrjva düzenini stabilize etmek olan postmodernist görüşleri yaymaktadır. Onlar bunu yaparken, TKP’lileri, ilerici ve demokratik güçleri bu tartışmanın çemberine çekmek ve boğmak istiyorlar. Toplumu değerlendirmede sınıfsal açıdan bakışı körletiyorlar. Türkeye’deki postmodern görüşlerin merkezi olan Boğaziçi Ünüversitesi öğretim üyelerinden biri olan Taha Parla’nın özünde burjuva devlet yapısı ve felsefesini savunan yazılarını kitap haline getirip kendi kadrolarına tavsiye etmesi kendilerinin bileceği bir iştir. Ama bunu TKP adına yapmaya kalkarsa, bu o zaman bütün TKP lilleri ilgilendirir.
Ürün Yayınları arasında „Türk Sorunu“ diye yayınlanan Kitap, mektubumuzun esas konusu degil. Ancak kitabın 182.sayfasında: „Uygarlık denen şey henüz emekliyen bir olgu“ deniyor ve şöyle devam ediyor: “Ama çok daha felsefi biçimde, daha humanist biçinde uygarlığın kritiğini yapan insan var. Rousseau’dan, Freud’a, Tolstoy’dan Marx’a, dürüst liberallere kadar. Ve Uygarlıklar diye bir şey yok.“. Bu Prof-beyefendinin, burjuva medeniyet salatasının içine Marx’ı da kırmızı bir sos olarak kullanması, bizleri dolaysız olarak ilgilendirdiği için, M-L klasiklerinin ve özellikle Marx’ın medeniyetler üzerine söylediklerini bu mektubumuzda belirtmek gereğini duyduk. M-L klasiklerimize göre medeniyet; ilkel komunal düzenden sonra, sınıflı toplum düzenlerin ilki olan kölelik düzeniyle başlıyor, feodal ve kapitalist ve onun yüksek bir aşaması olan, yaşadığımız emperyalist dönemde de devam ediyor. 17 Ekim devrimiyle beraber, eski sömürü toplumunun yanı sıra yeni tipte bir medeniyet daha ortaya çıkar ve reel sosyalizmin yıkılışına kadar devam eder. Insanlık tarihi bugün bir kalıt şeklinde de olsa, temeli sömürüsüz bir düzene giden medeniyeti de yaşadı ve yer yer de yaşıyor . Marx daha o zaman sömürü toplum düzenlerini, köleliği, feodalizmi ve kapitalizmi ve bunların sömürü biçimlerini sıralarken,.“Bunlar esaretin üç büyük biçimidir, aynı zamanda medeniyetin üç büyük çağı için karakteristik olandır…“ „… medeniyetin temeli, bir sınıfın diğer sınıfı sömürmesidir“ der. MEW: 21, S. 170,171
„Türk Sorunu“ kitabında yalnız medeniyet değil, kitapda sözü edilen sosyoloji, psikoloji, felsefe, ulus, kimlik, demokrasi, devlet, kültür, laiklik, barış, ordu, savaş, sınıf, birey, toplum, ahlak gibi terimler,özünden soyutlanarak tamamen burjuva dünya görüşüyle ele alınmakta, mevcut sorunları klişeleştirerek marksizme, leninizime aykırı bilim dışı teorilerle anlaşılmaz ve çözülemez sorunlar yığını olarak ortaya koymaktadır.
Bu görüş ve teoriler, Emperyalist merkezlerden yapılan yayınlararın Türkiye’deki verziyonlarıdır. Taha Parla da bu konuda yalnız değildir, Murat Belge, Mete Tuncay gibileri aynı işlevi görmektedirler.
TKP’nin yazılarını yayınlayan Ürün’ü çıkartan eski yoldaşlarımızın (onların bugün nerelerde olduklarını bilmiyoruz) bugün Ürün’ün bu haline ne derler bilemeyiz, ama bugünkü Ürün o künkü Ürüne içerik olarak taban tabana zıttır. Hele böylesi bir Ürün’ün TKP diye ortaya çıkması, TKP politikasına ters yazılar ve kitaplar yayınlaması TKP’ye ve TKP’lilere en büyük hakarettir.
Biz gerek Savaş Yoluna gerekse Ürün degisine hem bu görüşlerimizi, hem de bu parçalanmanın anlamsız olduğunu, aynı ideolojik, politik ve örgütsel bir çıkmazın içinde olduklarını belirttik. Hem TKP’liyim, hem TKP’yi ayağa kaldırıyorum demenin, hem de ayrı ayrı toplantılar yapmanın, ayrı ayrı dergiler çıkartmanın, ayrı ayrı kutlamalar yapmanın, ayrı ayrı taraftar toplamanın, ayrı IGD’ler, Birlik Dayanışmalar kurmanın yanlış olduğunu, biribiriyle çeliştiğini söyledik. Bundan partimizin güçlenmiyeceğini, tersine bu feodal tarafgirlik, aşiret anlayışının giderek alta kadar ineceğini açık şekilde ifade ettik. İbrahim ve Mehmet’le başlayan ve bazılarının bir taraftan diğer tarafa geçerek dedikodular üretmesine, kopmalara karşı çıktık, çelişkileri ne olursa olsun TKP’lilerin birliği savunması gerektiğini vurguladık ve oldukları yerde kalmalarını söyledik. Bugün de aynı görüşteyiz. Biz hala onların neden Ürün’e gittiklerini anlamış değiliz. Ve onların SIP çevrelerinden kimileriyle ve Ürünle birlikte bir platformda adam toplamaya kalkışmalarına karşı çıktık. Bunun bir başka benzerini Savaş Yolunda da yaşadık. O zaman da karşı çıktık. Her iki grubun da, böylesi girişimlerde bizimle beraber davranıldığı imajını yaymaları, her şeyden evvel partililer karşısında dürüst davranmamaktır, kamuoyonu yanıltmaktır. Bu bizim ilk yaşadığımız bir olay değildir.
Değerli yoldaşlar,
Partimiz, devrimci politik bir örgüt olarak10 Eylül 1920 yılında kuruldu. O günden bu güne çok ağır kayıplar verdik, çok değerli yöneticilerimizi, militan ve üyelerimizi kaybettik. Eleştiri ve öz eleştiriyi iki yoldaşınız olarak, Demir, Bilen ve Aram yoldaslardan öğrendik. Bugün susmasını ve gerektiği yerde de konuşmasını, parti çıkarlarını hereyin üzerinde tutmasını bilen yoldaşlarımızın çoğu yaşamıyor. Zor bir dönemden geçiyoruz. Partimizi işçi sınıfının öncü.ve avangart müfrezesi ve onun en yüksek dereceli sınıfsal politik örgütü olarak birlik ve dirliğini çelik disiplin ile koruyalım ve güçlendirelim. Sübjektif ve objektif koşulların getirdiği bir sıra zorluklara boyun eğmeyelim, teslim olmayalım. Partimizi, devrimci hareketin, beyni, kalbi ve onun belkemiği durumuna getirelim. Toplumun diğer kesimlerini, köklü değişimler için birleştiren ve savaşa sürükleyen bir kurmayı yapalım. Bunu ise, ancak birlikte ilkelerimize, tüzüğümüze bağlı olarak yapabiliriz, bugün olduğu gibi ayrı ayrı örgütlerde, ayrı ayrı rotalarla değil.
Bu mektubumuzu sizlere şunun için yazıyoruz. Kanımızca gelişmelerden Savaş Yolunun, Ürünün, 10 Eylülün de ve diğer yoldaşların da çıkarması gereken dersler vardır. Biz, birliğimiz için bütün engellerin aşılabileceği, hala tüzük ve programa bağlı olan TKP’lilerin birliğinin sağlanabileceği kanısındayız. TKP’liler arasında birlik, ideolojik ve siyasi uzlaşmalarla olamaz. Bunların tümünü bağlayan tüzük ve programdır. Bu temelde bir araya gelip konuşmaları gerekir. Bu konuda önerimiz, 10 Eylül’ün, Ürün’ün ve Savaş Yolu’nun ve bütün partili grupların ve hala partililiğini kalbinde taşıyan yoldaşların, 10 Eylül 2007’de, partimizin bu yılki kuruluş yıl dönümünü kutlamak üzre tek bir yumruk gibi ortaya çıkmalarıdır. Zaman kaybetmeden görüşmeye başlamalıdırlar. Biz bu konuda hangi grup olursa olsun, birlik için atacağı adımları destekliyoruz.
Yoldaşca selamlar
Ş. Durmaz – N. Yelkenci