Savaş tezkerelerine, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay verilmemeli!
10 Şubat’tan 14 Şubat 2021’e kadar PKK’nin Garé bölgesindeki üs ve kamplarına yapılan askeri harekât Erdoğan’ın mağlubiyetiyle sonuçlandı. Ordunun PKK karşısındaki bu mağlubiyetini Erdoğan’ın kendisi de kabul etmek zorunda kaldı. 4 gün boyunca 41 uçakla sürekli bombalanan üslerden kurtarılmak istenen PKK’nin elindeki 13 tutuklu güvenlik görevlisi ancak ölü olarak ele geçirilebildi. Erdoğan’ın kendisi onları canlı olarak kurtarmayı “başaramadık” diyerek itirafta bulundu. Muhalefet Erdoğan’a sorumluluğu üstlen diye yüklendi. İstifayı asla düşünmeyen Erdoğan onlara hakaretler yağdırdı. Hükümetle muhalefet önemli bir “milli” konuda, Kürt sorununda ilk kez karşı karşıya geliyordu. Bu nitel olarak yeni bir durumdu, iyi analiz edilip dersler çıkarılması gerekmektedir.
Ulusal kutsal ittifakta ilk kez bir “çatlak”, “kırılma”
Türkiye’de burjuvazinin iki kanadı: laik kemalist burjuva ile gerici, islami burjuvazi devleti ele geçirmekte, hazineyi yağmalamakta, ülkeyi talan etmekte birbiriyle kıyasıya kavga ederler, ama konu işçi sınıfı mücadelesi ve Kürt sorunu olunca yeminli gibi hemen birleşirler, aralarından su sızmaz olur. Bu onlar arasında imzalanmamış ulusal kutsal bir ittifaktır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak onlar için en önemli “milli” meseledir. Bu konuda, Kürtlere savaş mı ilan edilecek, üstlerine asker, polis mi gönderilecek, harekât mı başlatılacak, tezkereler mi geçirilecek, bu konularda kararlar Mecliste oybirliği ile anında çıkarılır, uygulamaya konulur. Birlikler gönderilir. Askerlerin arkasında durulur. Zafer için dualar edilir. Ölenler için merasimler düzenlenir. Kamuoyunda “ulusal birlik” havası estirilmeye çalışılır. Böylece halk yığınları arasında milliyetçilik dalgası yükseltilir, Kürt ve PKK düşmanlığı körüklenir. Daha çok savaş, daha çok ölüm yemini ettirilir. “Vatanın bölünmez bütünlüğü” diye yaygarayı koparırlar.
Düne, 14 Şubat 2021 tarihine kadar bu böyle sürdü gitti. 10 Şubat’ta başlayan harekâtın amacı ortaya çıkınca başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet partileri “bu kadar da olmaz” diyerek “isyan” ettiler. PKK’nin elindeki rehinelerin bulunduğu yeri 4 gün bombalayarak bu rehinelerin kurtarılamayacağını bilmek için askeri uzman olmaya gerek yoktu. Öyleyse bu operasyon neden yapılmıştı? Askeri operasyon tek çare miydi? Bu tutsaklar 5-6 yıldan beri PKK’nin elindeydi. Neden bugüne kadar beklendi? Neden bu beş yıl içinde tutsak ailelerinin çırpınışlarına kulak verilmedi, görüşmeler yoluyla onların kurtarılması neden denenmedi?
Soru üzerine soru! PKK’ya karşı yapılan bu askeri operasyonun bu derece sorgulanması kamuoyunda ilk kez yaşanıyordu. Ulusal kutsal ittifak bozulmuş, ittifakta çatlak meydana gelmişti. Operasyon başarılı olsaydı “zaferi” kimseyle paylaşmayacak olan Erdoğan yenilgiyi kutsal ittifaka dayanarak muhalefetle paylaşmaya, hatta HDP’nin üstüne yıkmaya kalkıştı, ama başarılı olamadı, kabul görmedi. Geçmişte ulusal ittifak hep işlemişti. Bu kez işlemiyordu. Zımnen de olsa genel olarak iktidarın operasyonları, savaş politikaları sorgulanıyordu. Bu ise burjuva partileri arasındaki Kürtlere ve PKK’ye karşı oluşturulan ulusal kutsal ittifakta büyük bir kırılma anlamına geliyordu. Muhalefet ne Erdoğan’ın, ne Cumhur İttifakının yanında yer aldı ne de askerlerin arkasında durdu ama yenilgiyi sorgulamaya devam etti. Askeri harekâtın absürtlüğü, harekâtı yürütenlerin maceraperestliği tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştı. Böylesi bir operasyon için en iyi eğitilmiş üç askerin, iki yüzbaşı bir çavuşun daha operasyonun başında “şehit” düşmeleri, halkının özgürlüğü için mücadele eden gerillaya karşı savaşın ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyordu. Gelişmeler Kürt sorunu çözümünde savaştan başka yolları telaffuz ettirmeye başlamıştı. Harekâtın Erdoğan’ın iktidar hırsları için yapıldığı açıkça anlaşılıyordu. Operasyon başarılı olsaydı bunu büyük bir zafer olarak kutlayacak olan Erdoğan, kendi ekonomi politikasından, enflasyondan, hayat pahalılığından, işsizlikten yılmış, pandemi ile mücadele beceriksizliğinden bıkmış olan ve yüzünü kendisinden çevirmeye başlayan halk yığınlarının yeniden teveccühünü kazanmış olacaktı. Ama PKK’nın direnişi yalnız Erdoğan’ın bu hayallerini iflas ettirmedi, Kürt sorununun tartışılmasında barış, müzakere, diplomasi kavramlarını yeniden gündeme getirdi. Savaşın çözüm olmadığı, onun ölüm ve acılarla dolu olduğu bir kez daha yaşandı.
Garé harekâtının toplumda yarattığı Kürtlere karşı yürütülen savaşı sorgulama ortamı bir müddet sonra sönüp gitmemelidir. Bu sorgulama müzakere ve barışın yolunu açacak şekilde derinleştirilmelidir. Bu yenilgiyi unutturmak için Erdoğan sürekli gündem değiştirmeye çalışacak, önümüzdeki günlerde ve aylarda Kürtlere karşı saldırıları daha da arttıracaktır. Kürtlere karşı askeri operasyonları, savaşı devam ettirmek için Meclise tezkere getirecektir. Muhalefet; Garé harekâtındaki sergilediği sorgulayıcı tavrı tezkereler konusunda da göstermelidir, savsaklamamalı, Kürt sorununun çözümü savaş değil barış ve müzakere olduğunu söylemeli ve tezkerelere oy vermemelidir. Erdoğan’ın “bölücü terörü, teröristleri destekliyorsunuz” ithamları karşında direnmelidir, bölücülüğün savaş olduğu, Kürtlerin en doğal ulusal ve demokratik haklarını, kendi kaderini belirleme hakkını tanımamak olduğu vurgulanmalıdır. Ama muhalefet kırılgandır. Öz olarak onlar da Kürt Özgürlük Hareketinin boğulmasından yanadır. Muhalefetin meclisteki oylamalarda, Kürt sorununun çözümünün barış ve müzakere olduğunu konusunda tutarlı bir tavır sergilemesi ancak tabandan gelecek tepki ve baskılarla mümkündür. Maceraperest Garé harekâtından çıkarılacak en önemli dersin hükümetin savaş tezkerelerine hayır demek olduğu konusunda kamuoyunda bir irade oluşturulmalıdır. Burada görev sol ve demokratik güçlerin omuzlarındadır.
Gare mağlubiyetinin faturası HDP’ye kestirilmemelidir
“Terörün uzantısı meclistedir” diyen Erdoğan Garé mağlubiyetinin faturasını HDP’ye kesmeye çalışmaktadır. Özellikle Garé mağlubiyetinden sonra HDP’ye baskı ve saldırıları arttırdı. 1000’e yakın HDP’liyi tutuklattı. Başta Gergerlioğlu olmak üzere birçok HDP yöneticisinin cezaları kesinleştirildi, hapse konmaları an meselesi. Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi için Yargıtay kararının Meclise gelmesi beklenmektedir. Bununla yetinmeyen Erdoğan 21 HDP milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılıp, milletvekilliğinin düşürülüp HDP’yi kapatmadan parti ve Meclis çalışmalarını engellemek, HDP’ye karşı Mecliste bir zafer kazanıp Garé yenilgisinin intikamını almak istemektedir. Bunun için 21 HDP milletvekili hakkında düzenlenen 29 fezleke, 3’ü CHP’den biri DP’den 4 milletvekili hakkındaki fezlekelerle birleştirilip 33 fezleke olarak alelacele görüşülmek üzere Meclise gönderildi. Meclis gündeminde 3 binden fazla fezleke işlem beklerken Meclis Başkanı bu 33 tezkereyi görüşülmesi için hemen Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu’na sevk etti. Erdoğan bu 33 fezleke ile kamuoyunda yalnız HDP’lilerin değil CHP ve DP’den de milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmakta olduğu izlenimini yaratmaya kalkışmakta, ama kimse buna inanmamaktadır. Herkes burada söz konusu olanın HDP olduğunu çok iyi bilmektedir. Hatta HDP’nin çalışmalarını iyice dumura uğratmak için aralarında Pervin Buldan, Meral Danış Beştaş, Garo Paylan, Hüda Kaya gibi önde gelen 9 milletvekili hakkında bundan 7 sene önce, 2014’de Kobane direnişi ile dayanışma sırasında çıkartılan olaylarla ilgili olarak savcıya önce iddianame, arkasından da fezleke hazırlatarak bu fezlekeleri 33 fezlekeye dahil ettiler. Savcılık bu 9 milletvekili hakkında “Kobane soruşturması” kapsamında hazırladığı fezlekelerde ileri sürdüğü suçlamalar ise “devletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozma”, “adam öldürme”, “adam öldürmeye teşebbüs”, “yağma”, “bayrak yakma” gibi suçlardır. Tek başına bu yapılan suçlamalar bile göstermektedir ki, hem 7 yıl sonra başlatılan “Kobane soruşturması” hem de hazırlanan fezlekeler tamamen politiktir, HDP’yi susturmaya yöneliktir. Aksi takdirde “adam öldürme” suçu işleyen biri hakkında 7 sene soruşturma açmayan savcı hakkında hemen idari ve adli soruşturma açmak gerekirdi. Ama adam öldüren devletin kendisi idi. Erdoğan böyle iddialarla HDP’nin lider konumunda olan 9 milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırtıp, milletvekilliği düşürtüp, onları hapse attırıp HDP’yi zayıflatacağını, onun politik çalışmalarını felce uğratacağını düşünmektedir. Ama O yanılmaktadır. HDP’de onları yerini dolduracak, onlar gibi Erdoğan’a rahat vermeyecek yüzlerce yetişmiş kadrolar vardır. Bu yöntemlerle Erdoğan ne Kürt halkının özgürlüğü, ne de Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini durdurabilecektir.
Hakkında fezleke düzenlenen diğer 12 HDP’liye yöneltilen suçlamalar ise “Terör örgütü propagandası yapma”, “suçu ve suçluyu övme”, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma”, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etme gibi Erdoğan’ın “klasik”, bilinen söylemlerinden oluşmaktadır. Bu suçlamalar ise halk nezdinde Erdoğan’ın kendi rakiplerini tehdit etmek, korkutmak, susturmak için kullandığı söylemler olarak bilinmekte, etkinliğini de artık kaybetmektedir. Özellikle Garé yenilgisinden sonra bunlar bayatlamış söylemler olarak görülmektedir, en azından kamuoyunda böyle tartışılmaktadır. Açlığın, yokluğun, işsizliğin sorumlusu nasıl Erdoğan ise “terör”ün de, savaşın da, operasyonların da sorumlusu Erdoğan’dır görüşü halk arasında yayılmaktadır. Şimdi bunun halkın bilincine çıkarılması ve yerleşmesi gerekmektedir. Bu da sol ve demokratik güçlerin sorunudur.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması önümüzdeki günlerde meclise gelecek, “tartışılacak” ve oylanacaktır. Muhalefetin Garé harekâtından ders çıkarıp çıkarmadığı esas bu oylamada ortaya çıkacaktır. Dokunulmazlıkların kaldırılmasını reddetmek Erdoğan’ın bir kez daha mağlubiyeti olacaktır. Bu yalnız HDP’nin değil tüm muhalefetin zaferi olarak kabul görecektir. Bu zafer Soma’da, Ermenek’te madenlerde, İstanbul’da fabrikalarda diren işçilere, Kaz Dağları’nda, Karadeniz’de, Ege’de topraklarını, ormanlarını, suyunu ve çevreyi savunan, köylüye, çiftçiye, çevrecilere, özgürlükleri için savaşan kadınlara, Boğaziçi Üniversitesi’nden başlayıp Türkiye’ye yayılan öğrenci gençliğin mücadelesine güç verecektir. Ama bu zaferi kazanabilmek için muhalefetin Erdoğan’ın “terör” destekçileri olmayın gibi baskı ve saldırılarına aldırış etmeden oylamada kararlı bir tavır sergilemesi gerekmektedir. Muhalefetin, en başta CHP’nin bir bütün olarak oy vermemesiyle dokunulmazlıkların kaldırılması için gerekli olan 400 oy sağlanamamaktadır. Bunu bilen Erdoğan Millet İttifak’ını bölmeye, en azından İYİ Parti ile bazı ulusalcı CHP’lilerin oylarını almaya çalışmaktadır. HDP önyargısı büyük olan İyi Parti’nin Erdoğan’ın bu milliyetçi tuzağına düşeceği görülmektedir. Erdoğan bunu başarırsa yalnız dokunulmazlıkları kaldırıp Garé yenilgisinin intikamını almış olmayacak, Millet İttifakı’nın da itibarını düşürerek, kamuoyunda kendini güçlendirecektir. Erdoğan’a bu fırsatı vermemek muhalefetin ve demokrasi güçlerinin elindedir. HDP ile ayrı görüşlerde olunabilir, ama bu Erdoğan’ın bir kez daha hukuku, adaleti, demokrasiyi çiğnemesine, muhalefeti zayıflatmasına yol açmamalıdır.
Muhalefet için şimdi tam da geçmişteki bir hatasından ders çıkarma ve korkusuzca daha kararlı bir tutum sergileme zamanıdır. Erdoğan 2016 senesinde tam da günümüzde olduğu gibi HDP’ye bir darbe indirmeyi, Eş Başkan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı ve diğer önde gelen milletvekili ve yöneticileri tutuklatarak HDP’yi başsız bırakmayı, zayıflatmayı planlamıştı. Bunun için aralarında 50’si HDP’den olmak üzere CHP’den, AKP’den, MHP’den 138 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını meclise getirmişti. O zaman CHP bunlar “Anayasaya aykırı, ama evet diyeceğiz”, “kendi dokunulmazlığımızı kaldırmaktan korkmuyoruz” diyerek Erdoğan’ın oyununa gelmiş, onun planına destek vermişti. CHP böylece Erdoğan’ın “teröristlere destek veriyorsunuz” ithamından kurtulacağını sanmıştı. Ama yanıldı, Erdoğan’ın CHP’ye saldırıları daha da arttı.
Erdoğan’ın o zaman planı HDP liderleri Demirtaş ve Yüksekdağ’ı tutuklatmaktı. Nitekim de öyle oldu. Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra HDP’liler dışında tutuklanan, mahkemeye giden kimse olmadı. Demirtaş ve Yüksekdağ 4 Kasım 2016 yılından beri cezaevinde rehin olarak tutulmaktadırlar. Şimdi aynı hata tekrarlanmamalı, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı dokunulmazlıkların kaldırılmasını reddetmeli, Erdoğan’a bir mağlubiyet daha yaşatmalıdır. Erdoğan’ın bu yenilgisi Türkiye’yi demokratikleştirmek, başta Kürtler olmak üzere eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokratik bir Türkiye’de birlikte barış içinde yaşamak isteyen halkların, işçi sınıfını, demokratik güçlerin mücadelesine güç katacak, Erdoğan’ın, faşist gerici tek adam rejiminin, AKP/MHP iktidarının sonunun gelmesini hızlandıracaktır. Fezlekeler konusunun kamuoyunda etkin tartışılması sağlanmalı, muhalefete tabandan açık bir baskı örgütlenmelidir. Tabandaki ve Meclis’teki mücadele birliği Erdoğan’ı yenecek, O’na sonunun geldiğini gösterecek olan güçtür.
TKP-1920 www.tkp-online.com