TKP-1920’nin 1 Mayıs 2013 çağrısı
Barış ve demokrasi için, Hükümetin ve patronların baskılarına karşı Haydin 1 Mayıs’a!
Dünya işçi ve emekçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayısı, bu yıl Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, Nevrozda başlayan barış sürecinin derinleşeceği, Türkiyenin en önemli sorunu Kürt sorununun çözüleceği, Kürt halkının en temel ulusal ve demokratik haklarının tanınacağı konusunda umutların yükseldiği, bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşeceği, özgürlüklerin, insan haklarının güçleneceği hakkında beklentilerin arttığı bir dönemde kutlamaktadır. İşçi sınıfı ve halklarımız “onurlu ve kalıcı bir barış”, “Kürtlere statü tanıyan bir anayasa”, “anti-demokratik yasalara son”, “genel politik af” belgileriyle 1 Mayısda sokakları ve meydanları doldurmalı, barış sürecine sahip çıkmalı, Kürt halkının mücadelesinin Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi olarak ilan etmeli, Kürt halkının ve onun işçi sınıfının temel ulusal ve demokratik hakları için verdiği mücadeleyle dayanışmayı yükseltmelidir. Sendikalarıyla birlikte hareket etmelidir. Amed’deki 21. Mart 2013 de kutlanan Nevrozla Türkiye’de bir ilk yaşandı. Türkiye tarihinde ilk defa böylesi yoğunlukta bir katılım gerçekleşti. Bu mitinge, ana gövdesini oluşturan Kürt halkıyla birlikte, Türkiye’nin bütün etnik ve inanç gruplarından ve hiç bir inanç grubuna dahil olmayanlardan milyonlarca insan katıldı. Bu Nevroz, Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketinin önderi Öcalan’ın okunan mesajıyla Orta Doğu ve Türkiye halkları ve özellikle de Kürt halkı için tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Bu çağrıyla Kürt sorununun barışcıl ve demokratik yollardan, diyalogla çözülme olanağı doğabilir. Bundan böyle bölge haklarının, özellikle de Kürt ve Türk halklarının barış ve demokrasi içinde özgür ve eşit haklı birlikte yaşayabilme, kendi geleceklerini ve kaderlerini özgürce, demokratik yollardan belirleme hakkı ortaya çıkmaktadır. Bugün Orta Doğu’daki halkların özgürleşmesinin önündeki en önemli sorun, Kürt halkının emperyalsist çıkarlar uğruna dört devlet arasında bölünmüş, parçalanmış olmasıdır, bu ülkelerde baskı ve zulüm altında tutulmasıdır, imha ve inkar politikalarının uygulanmasıdır. Kürt halkı ezildiği sürece ne Türk, ne Arap, ne de Acem halkları özgür olabilir. Kürt halkı özgürleştikçe bu halklar da özgürleşecektir. Günümüzde Kürt halkı tüm parçalarda, Irak’ta, Türkiye’de, Suriye’de, Iran’da özgürlüğünü elde etmek için sürekli bir mücadele vermektedir. Bu mücadele Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir aşamaya yükselmiştir. Mücadelenin silahlı değil, demokratik, barışcıl yollardan yürütüleceği ilan edilmiştir.
Özellikle Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesi ve Kürt halkının özgürleşmesi bölgesel bir önem taşımaktadır. Bu yalnız Türkiye’nin değil, tüm bölgenin önüne demokratikleşme, özgürleşme yolu açabilecek niteliktedir. Bölgenin ve Türkiye’nin önünde bu olanağı yaratan 30 yıldır Türkiye’de baskıya, inkara karşı, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik için yılmadan savaşan, ağır bedeller ödeyen Kürt halkıdır, onun dağdaki gerillası, meclisteki, beldedeki politikacıları, hapisteki önderleridir. Ne ki, Türkiye’deki halklardan ve ulusal etnik gruplardan devrimcilerin, demokratların ve komünistlerin Kürt halkının bu mücadelesine desteği yeterli olmamıştır, onlar kendi halklarını bu mücadeleye katmak için örgütlememişlerdir, bu görevi bilerek veya bilmeyerek es geçmişlerdir. Bunlar çoğunlukla milliyetcilerin ve nihilislerin çemberinden çıkamamışlardır. Kürt ulusal hareketine en büyük destek, kendi halkını örgütlemektir. Türkiye’de demokrasi mücadelesi yalnız Kürtlerin ulusal sorunundan kaynaklanmıyor. Dieğer hakların da, Türkün, Lazın, Çerkezin, Gürcünün, Ermeninin, Rumun, Boşnakın, Arnavutun, Arabın, Romanın ve diğerlerinin de ulusal, etnik, demokratik sorunları vardır. Cumhuriyeti kuranlar kendi halklarını ve uluslarını inkar ederek, bunlardan bir tek ulus, Türk ulusu yaratma zorbalığında anlaşmışlardır. Bu günümüze kadar gelmiştir ve halkların ve kişilerin kimlikleri üzerinde derin yaralar açmıştır. Her devrimcinin ve komünistin görevi kendi halkının içinde örgütlenmek ve onu egemen çevrelerin ve kendi halkından işbirlikcilerin elinden kurtarmak ve onu Türkiye’deki demokrasi savaşının bir parçası yapmaktır. Bu her devrimci ve komünistin enternasyonal bir görevidir, mücadelenin büyük enerji kaynağıdır. Enternasyonalizm milliyetciliğin, kendi halkını inkar etmenin, nihilizmin panzehiridir. Türk halkı şunu açıkca bilmelidir ki, yıllardır ezilen, dili ve kimliği inkar edilen Kürt halkının isyanı haklı bir isyandır, ulusal ve demokratik hakları için mücadelesi haklı bir mücadeledir, asla bir terör eylemi değildir. Silahla yürütülen politik bir mücadeledir, bir hak alma mücadelesidir. Bu mücadelenin barışcıl demokratik yollardan değil silahla yürütülmesinin nedeni Türk devletinin inkarcı, baskıcı tutumudur. Kürt halkının bu haklı isyanına, bu mücadelesine karşı açılan savaş ise haksız bir savaştır, Kürt halkına karşı açılan bir inkar ve imha, soykırım savaşıdır. Bu savaşı “vatan bölünecek” yalanıyla sürdüren egemen güçler, vatan evlatlarını şimdiye kadar kendi iktidar hırsları ve ırkcı ideolojileri için heba etmişlerdir. Bugün gelinen noktada, ölenlerin, “şehit düşenlerin” ne için“şehit” olduğu, öldüğü sorusu sorulmalıdır. Sorulmalı ki, Kürt halkının en temel ulusal ve demokratik haklarının, ana dilinin, kimliğinin, varlığının neden tanınmadığı, bu hakları tanımamanın bir insanlık suçu olduğu ortaya çıksın. Bu en temel hakların tanınması için 40 bin insanın ölmesi mi gerekiyordu? diye sorulsun. Kendi tarihiyle yüzleşsin. Kürtlerin, ‘biz ayrılmak istemiyoruz, Türklerle eşit haklı demokratik bir cumhuriyette özgürce birlikte yaşamak istiyoruz’ mücadelesi anlaşılsın. Bu mücadelenin bugüne nasıl geldiği görülsün. Bu günlere kolay gelinmedi. Öcalan’ın Nevruz mesajında da belirtildiği gibi, bu günlere büyük bedeller ödenerek gelinmiştir, 30 yıldır verilen mücadele sonunda gelinmiştir. Bu mücadele boşa gitmemiştir, bu mücadele sonunda Kürtler “özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden” kazanmıştır, Kürtleri yok sayan, inkar eden, dışlayan 90 yıllık resmi Türk ideolojisi, dar, seçkinci bir iktidar elitinin Kürtleri ve diğer halkları inkar çabaları yerle bir olmuştur. Bin yıla yakın bir zamandır birlikte yaşayan ve Ortadoğu’nun temel iki startejik gücü olan Kürt ve Türk halkının yeniden birlikte yaşama, Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesini oluşturma olanağı doğmuştur. Gelinen bu aşamada Öcalan’ın “artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” diyerek “silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesini” istemesi ve bunun mücadeleyi bırakmak değil, daha farklı bir mücadeleyi, demokratik mücadeleyi başlatmak olduğunu vurgulaması Türkiye’de ve Orta Doğu’da yeni bir devrin başlamakta olduğuna işarettir. Kürtlerin bu evrede hakları için mücadeleyi silahla değil siyasi ve demokratik yollardan yürüteceğinin ilanıdır. Bundan böyle Kürt halkı mücadelerini legal bir ortamda bütün halklar ve inanç gruplarıyla birlikte yürütecektir. Demokratik mücadele yaşamın bütün alanlarında giderek ağırlık kazanacak, milyonlarca insanı kapsayacak nitelikte olacaktır. Kürt hareketi daha da yığınsallaşacaktır. Demokratik savaş hiç bir engel tanımaz, demokratik savaş hakları için ayağa kalmış yığınların sivil savaşıdır.. Öcalan’ın silahlı mücadeleden demokratik mücadeleye geçileceğini ilan etmesi, silahlı güçlerin sınır ötesine çekileceğini duyurması, devrimin hem barışcıl, hem de barışcıl olmayan yollardan yürütülebileceğine dair Marksist-Leninst ilkeler bir çok Türk sol ve liberal güçler tarafından çarpıtılmaktadır, Kürt düşmanlığı, antikomünizmin yapılmaktadır. Bunlar sosyalisizm ve devrim yaftasıyla ortaya çıkıyorlar. Bunların bir kısmı silahların bırakılmasını bir teslimiyet olarak görüyor, diğer bir kısmı da silahlı mücadele devrinin zaten bitmiş, miyadının dolmuş olduğunu belirtiyorlar. Her ikisi de Marksizmi çarpıtarark “silahlı savaş dönemi kapanmıştır” diyen uluslararası sözde marksist, antikomünist emperyalist odakların değirmenine su taşımaktadırlar. Marksist-Leninist öğretiye göre bir ülkede ulusal kurtuluş savaşı da, işçi sınıfının iktidar savaşı da olsa silahlı mücadele tek yol değildir, bir amaç ise hiç değildir. Mücadele koşullara göre silahlı veya demokratik, barışcıl veya barışcıl olmayan yollardan sürdürülebilir. Bu sınıfların karşılıklı yer alımına ve güçler dengesindeki gelişmişliğe bağlıdır. Savaş biçimini yalnız silahlı savaşa indirgeyen egemen güçler olmuştur. Ister feodali, ister kapitalisti, ister emperyalisti, tüm egem güçler, egemenliklerini ve iktidarlarını, sömürü ve talan düzenlerini işçi, köylü, emekçi yığınları, istila ettikleri halkları sürekli sömürerek, baskı ve zulüm altında tutarak, onlara eziyet ederek veya aldatarak, manüpüle ederek diktatörlüklerini sürdürürler. Ister Osmalı, ister Türk diyelim egemen güçler de Türkiye’de aynı yöntemleri uyguladı. Cumhuriyetin kurulması sürecinde oluşmakta olan devişrme egemen Türk burjuvazisi önce Ermeni katliamını başlattı. Sonrada Kürtlere yöneldi. Eğer bunlar olmasyadı, Kürt halkının varlığı inkar edilmeseydi, dili ve kimliği yasaklanmasaydı, zorla asimile edilmeye, türkleştirilmeye kalkılmasaydı, zulüm ve zorbalığa başvurulmasaydı, Kürtler Cumhuriyet tarihinde 29 kez isyan etmezlerdi, ne Piran’da Şeyh Said, ne Dersim’de Seyit Riza, ne de 30 yıldır süren Öcalan isyanı yaşanırdı. Tersine, eğer BMM’nin ilk yıllarında olduğu gibi bu Cumhuriyeti Kürtlerle birlikte kuracağız, Kürdistan muhtar bölge olacaktır ruhuyla hereket edilseydi, bugün Türkiye’nin, Ortadoğu’nun yapısı ve çehresi, demokratik gelişme düzeyi bambaşka olurdu. Öcalan’ın Nevroz çağrısıyla şimdi bu olanak yeniden canlanmaktadır. Türkiye’nin yeniden yapılandırılması, bütün halkların ve bireylerin eşit, temel haklarının tanındığı demokratik bir cumhuriyetin yaratılması görevi önümüzde durmaktadır. Bugün hem AKP Hükümeti hem de CHP ve MHP başta olmak üzere ırkcı-gerici güçler karşılıklı olarak silahların sustuğu bu süreci değişik yöntemlerle baltalamaya, Kürt halkının hak taleblerini minimalize etmeye çalışmaktadırlar. Bu güçlerin bu çabalarını boşa çıkartmak günümüzün temel görevidir. Detaylara boğulmadan bu süreci ileri götürmek ve güçlendirmek gerekir. Bunun ilk adımı bu 1 Mayısta Nevroz ruhuyla sokaklara çıkmaktır, işçi ve emekçilerin “Taşeron Cumhuriyeti’ne geçit vermiyeceğiz”, savaşa karşı barışı savunacağız diyen DISK ve sendikalarla, BDP ve DTK ile birlikte aynı saflarda yer almaktır.
Yaşasın Kürt, Türk ve Türkiye’deki diğer uluslardan işçi ve emeçi sınıfların birliği! Yaşasın ulusal ve uluslararası işçi ve emekçilerin bayramı 1 Mayıs!
TKP-1920 28. Nisan 2013
www.tkp-online.com |