Tüstav Nere Gidiyor? 7 Haziran 2004
Reel sosyalizm yıkılırken, burjuvazi “Marks öldü, İsa yaşıyor” diye bayram çığlıkları atmaya başladı. Reel sosyalizmin yıkılmasıyla epperyalistler yalnız yeni pazarlar elde etmekle kalmadı, aynı zamanda bir yandan eski siyasi rejimleri restore etmeye yöneldi, diğer yandan da marksizmin doğuşuyla yenilen burjuva felsefesi ve ideolojisini tekrar dünya çapında tek bir görüş olarak egemen kılmaya başladı. Spinozaları, Kantları, Hegelleri, Schopehauerleri, Nitscheleri, Max Weberleri, eski ve yeni pozitivistleri, dönem dönem marksizmi revizyona tabii tutan Bernstein ve Kautsky gibi revizyonistleri, Troçkistleri, Lukaçları, CIA’nin Avrupa’daki kolu olan Frankfurter Schuleden arta kalan Habermas gibi düşünürlerini ve filosoflarını hızla piyasaya sürdü. Burjuvazinin bu ideolojik saldırıları sistemli bir şekilde öncelikle elit aydın tabakalara, sol akımlara, işçi ve sendikal harekete yönelikti. Bu saldırılar halen devam ediyor. Marksizm bir bilim olarak ortaya çıktıktıktan sonra, burjuvazi marksizmi etkisiz hale getirme çalısmalarını planlı ve sistemli bir şekilde yürütmeye başladı. Anti- komünizmin her biçimini uyguladı. O, dışardan antikomünizmi örgütlerken, komünist ve işçi hareketin içinde de revizyonist ve opportunist akımları maddi olanaklarla var gücüyle destekledi. İki koldan bu içli dışlı saldırılar, işçi ve komünist hareketine büyük zararlar vermiştir. Bugün burjuvazinin bu alanda gösterdiği gayret eskiye göre çok daha artmıştır. Binlerce enstitüleri ve elemanları marksizm bilimini çarpıtmak ve yığınlar üzerindeki etkisini kırmak için gece-gündüz çalışmaktadırlar. Türkiye de kurulduğu günden beri ve özellikle de reel sosyalizm yıkıldıktan sonra bu yoğun burjuva ideolojik saldırıların etki alanı altında ve kıskacı içındedir.
Bugün “Sol“ harekette ve kimi komünist partilerde, reel sosyalizmin yıkılışı üzerine çok değişik görüşler ortaya çıkmıştır; kimilerine göre o, tüm eksikliklerine rağmen yaşayan reel bir sosyalizimdi. Diğerleri ise, bunu kabul etmiyor. Bunlar, antisovyetik, antileninci konularda aynı pozisyonları paylaşırken, kendi aralarında da amansız bir boğuşma içindedirler. Bunlar çok geniş bir yelpazeyi teşkil ediyor. Bunlardan kimileri reel sosyalizmin yıkılışı çok iyi oldu diyor, diğerleri o zaten sosyalist değildi, Troçki haklı çıktı diyor, Stalin’i Hitler’le aynı kefeye koyuyor. Kimileri reel sosyalizmin „iflası“ yalnız Leninizmin değil Marksizmin de „iflasdır“ diyor. Bunlara göre Marks’ın teorik konzepleri tümüyle doğru değil, doğru olanlar vardı, ancak bu doğrular da zaman aşımına uğradı. Marksın boş bıraktığı yeri Lenin doldurdu, ama bu da zaman aşımına uğradı. Yine onlara göre Lenin’in parti anlayışı ceberrut ve diktatör bir parti anlayışıdır . Demokratik santralizm ilkesi artık komünist partisi için geçerli olamaz. Martov’un savunduğu gibi herkes partiye girebilmeli, istediği görüşü savunmalı, çoğunluğun iradesini uygulamaya mecbur olmamalı, neye uyacağı kendi iradesine bırakılmalıdır. Komünist partisinde bir yön bolluğu olmalı, değişik görüşlerden platformlar ve stratejiler bir statüye sahip olmalıdır.
N e ki, bu „sol“ ve „komünist” çevrelerin savunduğ bu görüşler, burjuva veya sosyal demokrat partilerinde bile hayata geçirildiği kanıtlanmış değildir. Keza bu konseptlerle sosyalist bir devletin kurulduğu da görülmemiştir. Burjuva partileri otoriter lider partileridir, orada bürokratik santralizm işler, şekli bir demokrasinin dışında bir demokrasi işlemez. Burjuvazinin korkulu rüyası işçi sınıfının ve öncüsü komünist partisinin onun diktatörlüğüne karşı tek bir vücut halinde çıkmasıdır. Burjuvazinin komünist partilerindeki hareket birliğini ortadan kaldırmak için sürekli demokratik merkeziyetciliğe saldırıması bundan dolayı boşuna değildir. Komünist Partisi, hereket birliğini ancak demokratik merkeziyetciliğe sıkı sıkıya bağlı kalarak sağlıyabilir. Bunu görmek istemiyen kimi sol ve komünist çevreler, burjuvazinin komünist partilerinde demokrasi yok, tartışma yok, çok görşlülük yok, ayrı görüş savunanlara konuşma hakkı yok gibi çarpıtmalarına kendilerini kaptırarak, komünist partilerinde çoğulculuğu savunup, partiyi bir savaş örgütünden tartışma klübüne çevirermeye yeltenmektedirler. Oysa Leninci partide sorunlar genişlemesine tartışılır, ortaya çıkan görüş ve görüşler demokratik olarak oylanır, çoğunluğun kabul ettiği görüş bir karar olarak ortaya çıkar ve bu karar yukardan aşağıya her partiliyi bağlar ve bu karar merkezi olarak uygulanır. Bu uygulamanın ne ceberrutlukla, ne diktatörlükle ne de keyfilikle bir ilgisi vardır. Gönüllü birliğin özgür iradesidir. Partinin kararları daima işçi ve emekçi yığınların mücadelesini yükseltmeyi hedefler. Bu kararlar pratikte sınanır, eksik ve hataları, doğru yanları ortaya çıkar. Yeniden tartışılır ve düzeltilir. Komünist partilerinde burjuvazinin vaadettiği sahte demokrasiler ve özgürlükler,“özgür“, liberal tartışmalar yoktur, gerçeği arayan tartışmalar vardır. Gerçek işçi sınıfının kurtuluş mücadelesindedir. Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra ortaya çıkan „yeni“ solun“, Leninci parti ilkelerine böylesi karşı çıkması, Lenin döneminde de ortaya çıkan böylesi sağlı-sollu revizyonist akımların pratikteki uygulayıcılarına karşı savaşta zafer kazanmasından kaynaklanmaktadır. Leninci partinin esas özü ideolojik ve politk savaşta marksizmi savunmasıdır, ideolojiyi her türlü kokteylden koruması ve üstün kılmasıdır. Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz boşuna söylenmemiştir.
Burjuvazinin bu görüşleri, Sovyetler Birliği yaşadığı sürece TKP’de egemen olamadı. Burjuvazi, daha başında, TKP’nin ilk kongresinden sonra parti yöneticilerini katletiği halde, yine de bu görüşlerini partide egemen kılamadı. Ama o her fırsatta, her soydan ve boydan antisovyet, antileninist, oportunist, sağlı-sollu revizyonistleri, likidatörleri, ajan ve provakatörleri partinin üstüne sürdü. Daha o günden beri parti içinde iki akım mücadele edegeldi. Birisi,TKP’yi Sovyetlerden, enternasyonalizmden, işçi hareketinden koparmak, küçük burjuvazi ve aydınlar arasında hapsetmek isteyen milliyetçi çizgi, diğeri ise enternasyonalizmi, işçi ve emekçiler arasında örgütlenmeyi ve çalışmayı başa alan, ulusal çıkarları enternasyonalist çıkarlarla bağlayan Marks’ın ve Lenin’in çizgidir. Leninist çizginin TKP için özgün bir önemi vardır. O ilk kongresini Lenin’in ülkesinde yapmış, enternasyonalist mayasını ordan almıştır. Bu maya daha Türkiye kurulmadan atılmıştır. Ayrıca Sovyetler Birliğinin kurulması Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında da ana etkenlerden biri olmuştur. Leninist çizgiden gelen Yakup Demir, I.Bilen, Nazım Hikmet ve A.Saydan gibi yoldaşlarımız 60’lı yıllarda yeni kuşaklarla bağlanmış, onlara bu ilkeleri aşılamış ve 73 Atılımını gerçekleştirmişlerdir. Onlar son nefeslerine kadar Marxizim-Leninzm ideolojisini temiz tutmuşlar, Leninci tradisyonun geniş işçi ve emekçi yığınları arasında kabul görmesini sağlamışlar, partiyi ilk kez herkesi şaşırtan bir yığınsallığa kavuşturmşlardır. Günümüzdeki saldırıların bu yoldaşların üzerinde yoğunlaşmasının esas nedeni onların bu başarısında yatmaktadır. Onlar bu başarıyı, Şefik Hüsnü ile başlayan, Dr. Hikmet, Mihri Belli Vedat Türkali, Rasih Nuri Ileri gibi nice döneklerle devam eden, TIP yönetiminde ve dışında sürdürülen kemalist ve opportunist çizgiyi yenerek kazandılar. TKP yönetimi, bu savaşlarla parti düşmanlarının politik ve ideolojik konseptlerini tarihin çöplüğüne attı, legalle ilegali birleştirmeyi reddeden legalistlere büyük bir darbe indirdi.
73 Atılımı bir gecede olmamıştır. Bu TKP’nin işçi ve emekçi yığınları arasındaki 50 yıllık çetin savaşların ürünüdür. Hem uluslararası alandaki, hem de Türkiye’deki gelişmeler bu atılımı zorunlu hale getirdi. TKP, Türkiye’deki partilerin en eskisidir ve tüm sol partilerin anasıdır. Bu parti, kişilerin sübjektif iradeleri sonucunda değil, uluslararası ve ülkedeki gelişmelerin objektif bir zorunluğu olarak doğmuştur, işçi sınıfımızın ve halkımızın çözümlenmesi gereken sorunları varolduğu sürece bu parti varolacak, yaşayacak ve savaşacaktır. Bugün Türkiye’nin Mustafa Suphi’den günümüze kadar savaşan TKP’ye her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Bu parti gönül birliği etmiş olanların kafası ve kalbiyle bağlı olduğu bir partir. Zorluklar karşısında yorulan, teslim olan, saf değiştirenlerin, döneklerin partisi değil, savaşanların partisidir. Belirleyici olan nicelik değil niteliktir. Nerde bir yoldaş varsa parti ordadır sözü boşuna söylenmemiş.
Partinin gelişmesi inişli çıkışlıdır. Düz bir hat değildir, zaferler ve yenilgiler vardır. Genellikle yenilgiler, ağır darbeler; objekif olguların doğru değerlendirilmemesinden, burjuvazinin saldırılarının doğru hesap edilmemesinden, kadroların iyi yetiştirilip yerleştirilmemesinden kaynaklanır. Atılım döneminde partiye büyük bir ilgi doğdu, başvuru sayısı arttı. Değişik katmanlardan, devrimci akımlardan, legal sosyalist partilerden, işçi ve emekçi kesiminden üyeler alındı. Ne ki, bu üyelerin çoğu parti içinde yeteri kadar yoğrulmadan büyük deney birikimi isteyen alanlara getirildiler, yerleştirildiler. Yönetim kadrolarında işçi sayısı azdı. Kadroların çoğu küçük burjuva akımlardan, legal sosyalist hareketlerden gelenlerden oluşuyordu. Doğal olarak bu kadroların ideolojik, politik ve örgütsel birikim ve deneyleri geldikleri yerden aldıklarıyla sınırlıydı. Değişik savaş yöntemlerini kullanmakta zayıftılar, onlar sorunların çözümüne yaratıcı değil mekanik yaklaşıyor, gelişmeleri idealize ediyorlardı. Parti onların bu eksikliklerini, dışardan getirdikleri eklektik ve ters bilinçlerini doğru bir raya oturtamadı. Şüphesiz bunun bir sıra objektif nedenleri vardı.
Bunların reel sosyalizmin yıkılmasıyla tüm zaafları ortaya çıktı. Gelişmeler karşısında şaşkınlığa uğrayan bu kadrolar sonradan cepheden reel sosyalizme ve TKP’ye saldırıya geçtiler. Dönemin parti yönetimi ve onların etkilediği kadrolar zorluklar karşısında teslim bayrağını çekti, çareyi partiyi likidayonda aradı ve buldu, burjuvazi ile uzlaşma yoluna gitti. Onlar kendi geldikleri akımlara yeniden sarılmaya başladılar. TÜSTAV eski ve yeni döneklerin birleştiği bir merkez haline geldi. Bunların sorunları dünyayı değiştirmek değil, tek kutuplu dünyada eski „günahlarından“ arınıp bir kariyer elde etmektir. Bunun da yolu TKP’ye, Sovyetlere küfretmekten geçiyor. Bunlar TÜSTAV’ın açmış olduğu sitede yapılmaktadır.
Bugün bunların geldikleri partilerden ve akımlardan pirupak olup gelmedikleri daha iyi görülmektedir. Bunlar geldikleri legal akımların tüm olumsuzluklarını partiye taşımışlar ve bugün „hürriyelerin bol bol kepçelerle dağıtıldığı bir ortamda“ çibiliyetsizliklerini ortaya koymaktadırlar. Aralarındaki görüş ayrılıklarına, kişisel çekişmelere rağmen, onların ortak yanları TKP’ye, onun Leninci ilkelerine karşı olmaktan geçiyor. TKP’ye, onun tarihine ve geçmişine kirli ellerini hep birlikte uzatıyorlar. Yön bolluğu, Martovculuk, köhnemiş sağlı-sollu oportunist tutumları ortak yanlarıdır. Bunların hepsi bir yandan marksizmi köhnemiş, vakti geçmiş, zamanın sorunlarına yanıt vermeyen bir dünya görüşü olarak görürken, diğer yandan da burjuvazinin 19. ve 20 yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan filozoflarının köhnemiş dünya görüşlerine yeni diye sarılmaktadırlar. Bunlar sözde taraf tutmaz burjuva objektivizmine, pozitivizminine, prakmatizmine sığınarak tarihsel ve diyalektik materyalizmi reddetmektedirler. Bunların, tarihimizde ortaya çıkan Nedim Tör, Şefket Süreyya, Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, M.Ali Aybar, Behice Boran, Vedat Türkali, Rasih Nuri Ileri gibilerine sarılmaları boşuna değildir. Bunlar onların talebeleriydiler ve TKP’ye girerken, çıkardık dedikleri öğretmenlerinin giysilerini şimdi yeniden giymişlerdir. Bu eski ve yeni son dönemin TKP’lilerinin ortak yanı Sovyet ve TKP düşmanlığıdır.
Bu sözde eski Tüfeklerin taleberinden SIP’de toplanan Troçkist, Sovyet ve TKP düşmanları devlet zorunu kullanarak küfrettiği TKP’nin ismini aldı, onun tarihine kirli ellerini atıyor, ideolojik ve politik çizgisini çarpıtmaya çalıışyor, hırsız polis rolunu oynyor.
Günümüzün Antisovyet ve anti-TKP düşmanlığı kervanına tekrar katılmaya geç kaldığı için aşağılık komplesi içinde kıvranan maruf , „eski tüfeklerin“ talebelerinden biri de TSIP’li Yalçın Yusufoğlu dur. O, TSIP’in giysileriyle TKP saflarına koşturulmuş bir talebesi aracılığı ile bu kervana yine katıldı. O eskiden beri içinde varolan TKP düşmanlığını, antikomünizmi ve antisovyetizmi bir kez daha kustu. Artık burjuva nezninde kendisini rehabilite etti, bu kervanın içinde yeni bir zertifika aldı. O, bu „tenekesiyle“ hangi boydan ve soydan olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Sovyet ve TKP düşmanları yalnız bunlarla da sınırlı değildir. TKP ve Sovyet düşmanlığını şimdiye kadar sayılanlar gibi sadece kaba değil, „ince“, „teorik açılımlar“ yaparak, marksizm aşıldı, marksizmi yenilemek gerekir kisvesi altında yapanlar da vardır. Bu gruplar da „marksizm mayasını“ eski tüfeklerden aldıklarını, silahlı savaş kanadından geldiklerini belirtiyorlar. Bunlar Avrupa’da miyadını doldurmuş 19. ve 20. YY daki bir sıra burjuva düşünürlerinin, revizyonist ve döneklerin görüşlerine sarılarak, Türkiye’de işçi ve emekçi yığınları örgütleme iddiasındadırlar. Bunlar da diğerleri gibi Sovyetlere, TKP’ye saldırıyorlar, Kürt ulusal demokratik hareketinde umduklarını bulamayınca cepheden saldırıya geçiyorlar, Avrupa’nın güdümünde hayat sürdüren „iyi Kürtlerle“ kol-kola giriyorlar. Avrupa’nın bu „iyi Kürtler“i 80’li yılların ilk yarısında TKP nin yeni döneklerini Kürt ulusal demokratik hareketinin üstüne sürmek için koalisyon kurmuş, Almanya Içişleri Bakanlığı’na verdiği dilekceye bu döneklerin onayını almış, Kürt ulusal demokratik hareketinin derneklerinin, terörist kuruluşlar oldukları gerekçesiyle kapatılmasını istemişlerdir.
Tüm bu saydığımız Sovyet ve TKP düşmanlıkları, komünizm düşmanlığı TÜSTAV sitesinde yapılmaktadır. Bu haliyle Tüstav sitesi TKP düşmanlarının, döneklerin, antisovyet ve antikomünistlerin toplandığı ortak bir yayın organı haline gelmiştr. Kimileri TÜSTAV aracılığı ile bu sitede günah çıkartıp düzene entegre olmak istiyor olabilir, kimileri de bu küfürlerle psikolojik terapi yapabilir. Bunların hepsinin ortak özelliği, bir çok konuda genel olarak anlaşamazken, Sovyetlere ve TKP’ye küfürde anlaşıyor olmalarıdır.
Oysa TÜSTAV kendisinin taraf tutmadığını, „objektif“ davrandığını, partiler üstü olduğunu belirtiyor. O zaman neden TKP düşmanlığına göz yumuyor, müsaade ediyor. Şimdi sormak gerekiyor: TÜSTV bu davranışıyla kimin tarafını tutuyor? Bu durumda tarafsızlık iddiasında bulunabilir mi? Bir tarafdan bu sitede yazılanlar TÜSTAV’ı bağlamaz diyeceksin, diğer yandan taraf tutup TKP ve yöneticilerine küfür ettireceksin. Bir yandan TKP arşivlerini topluyorum diyeceksin, diğer yandan TKP yöneticilerine küfrettireceksin? Bunun etikle bir ilgisi yoktur. Bize göre iki türlü etik, moral ve ahlak vardır. Bu ayırım farklı taban tabana zıt iki dünya görüşünden, iki ideolojiden kaynaklanır. Marksistlerin etiği bir madalyanın iki yüzü değildir. Burjuva etiği, morali, ahlakı iki yüzlüdür. Tarihte bunun sayısız örnekleri vardır. Bu onun hem bireysel, hemde toplumsal yaşamında ortaya çıkar.
TÜSTAV’ın sitesinden kim sorumludur. Bu küfürlerin hesabını kim verecek? Moderatörler mi, yönetim kurulu mu? Yoksa mağdur TKP’liler mi? Sen önce insanları küfüre, suça teşvik edeceksin, sonrada yalan söylüyorsun diye karşısına belge çıkarmaya çalışacaksın. Kaldı ki, bu belge de tartışma götürür.
TKP’ye küfredenlerin, TKP düşmanlarının platformu haline gelen bu site kapatılmalıdır. Herkesin her istediğini yazma özgürlüğü olan ve kontrol edilmeyen bir site olamaz. TÜSTAV asli görevine dönmelidir.
7 Haziran 2004
Ş. Durmaz – N. Yelkenci