Demokratik güçler hedeflerine ulaştı:
Kürdistan’da kayyımlar silip süpürüldü, büyük şehirlerde AKP hezimete uğradı
İstanbul’daki AKP itiraz manevraları ilk etapta dumura uğratıldı
Şimdi YSK’nın İstanbul’da seçimleri iptali engellenmelidir!
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri başta HDP olmak üzere partimiz TKP ve diğer devrimci demokratik güçlerin açıkladığı ve uyguladığı, gerçekleşmesi için canla-başla çalıştıkları politik çizgi doğrultusunda gerçekleşti:
Özellikle doğuda, Kürdistan’da kayyımlar büyük ölçüde silinip süpürüldü, Diyarbakır, Van, Mardin, Hakkâri ve daha birçok belediyeler kayyımlardan kurtarıldı. Türkiye’nin batısında da AKP-MHP ittifakı kaybettirildi, onlara büyük bir darbe indirildi. Yalnız İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde değil Adana, Mersin, Antalya, Aydın gibi daha birçok büyük şehirde de AKP-MHP ittifakı belediye başkanlıklarını kaybetti. Halklarımız AKP ve özellikle onun Genel Başkanı Erdoğan’a bir ders verdi. O’nun antidemokratik keyfi yönetimine, otoriter, faşizan rejimine, Kürt halkına karşı uyguladığı baskıya, ona karşı sürekli yürüttüğü savaşa, pahalılığa, enflasyona, doları azdıran ekonomi politikasına hayır dedi. Her ne kadar Erdoğan Cumhur İttifakının hâlâ %52 gibi bir desteği var diyerek kendine ve tek adam rejimine bir meşruiyet kazandırmaya çalışsa da bu seçimlerde aldığı yenilgi, uğradığı kayıplar O’nun sonunun başlangıcıdır. Artık eskisi gibi yönetilmek ve yaşamak istemeyen yalnız halklarımız değil, egemen güçler, en başta Erdoğan ve çevresi de eskisi gibi yönetemeyecek durumdadırlar. Bu henüz devrimci bir duruma işaret değildir, ama seçim kampanyası sırasında yakalanan tabandaki eylem birlikleri devam ettirilirse, Erdoğan’ın önüne koyduğu seçimsiz rahat bir 4,5 yıllık keyfi yönetim kısa bir zaman sonra sonlandırılabilir. Yığınlar zaferin, başarının tadını aldı, yenilmez olarak bilinen Erdoğan’ın yenilebileceğini gördü ve gösterdi. Bundan sonrası devrimci güçlerin tabanda çalışmasına, Kürt ve Türk ittifakını tabanda güçlendirilmesine bağlıdır.
Seçimlerde başarı HDP ve Kürtler sayesinde oldu
Şu açıkça ifade edilmeli ki, bu başarı her şeyden evvel direnen Kürt halkınındır, 5 aydan fazla bir zamandır Öcalan’a uygulanan tecride karşı açlık grevleriyle direnen Leyla Güven ve arkadaşlarınındır, Doğu‘da Kürdistan’da kayyımları silip-süpürerek, batıda AKP’ye büyük şehirleri kaybettirecek bir politika izleyen HDP’nindir, HDP’nin bu seçim stratejisine „destek olun, mutlak sandığa gidin, AKP’ye kaybettirin“ diye 29 aydır haksız yere tutuklu olduğu Edirne cezaevinden mesaj gönderen, seçmeni harekete geçiren Demirtaş’ındır, Kürdistan’da oluşturulan güç birliğinindir. Bir kez daha faşizan AKP-MHP koalisyonuna karşı verilen mücadelede Kürt halkının, HDP’nin kilit bir rol oynadığı görüldü. Kürt ve Türk halkının ve diğer Türkiye halklarının, işçi ve emekçi yığınlarının, demokrasi güçlerinin birliği gerçekleştiğinde yıkılmayacak bir faşist rejimin, devrilmeyecek bir diktatörün olamayacağı ortaya çıktı. Nasıl HDP ve Demirtaş, 7 Haziran 2015 seçimlerinde „seni başkan yaptırmayacağız“ belgisiyle AKP ve Erdoğan’a ilk yenilgiyi tattırdıysa, şimdi de, 31 Mart 2019 seçimlerinde „sana kayyımlarını da, büyük şehirlerini de kaybettireceğiz“ politikasıyla ikinci kez yenilgiyi yaşattı. En başta Erdoğan’a, „en büyük aşkı ve sevdası“ olarak adlandırdığı İstanbul’u kaybettirdi. O İstanbul ki, O’nu kaybeden Türkiye’yi kaybeder! Onun için 31 Mart seçimleri, Erdoğan’ın, faşizan AKP-MHP iktidarının sonunun başlangıcıdır diyoruz. Bu yerel seçimleri bir genel seçim atmosferine çeviren, bir bekâ sorunu yapan Erdoğan ve Bahçeli idi. Onlara İstanbul ve diğer büyük şehir belediye başkanlıklarını kaybettiren halk, onların faşizan iktidarlarını da istemediği konusunda kesin bir irade beyanında bulunmuştur. Bekâlarının, geleceklerinin sönmeye başladığını göstermiştir. Bu seçimde halktan bir nevi güvenoyu isteyen Erdoğan, bu güvenoyunu alamamıştır.
Bu seçimlerde Erdoğan’ın HDP’yi ve Kürtleri hep “terörist” gösterme, Kürdistan’ı inkâr etme, HDP ve PKK yöneticilerini, söylediklerini çarpıtmaya kalkarak itibarsızlaştırma gayreti de iflas etmiştir. Seçimin en son günlerinde HDP oylarının belirleyici olduğunu gören Erdoğan, terörist dediği HDP’lilere ‘kardeşim’ diyerek onlardan oy istemeye kalktı. Ama nafile! HDP’lilerin AKP’ye verecek tek oyları bile yoktu. Onlar oylarını Erdoğan’ı yenmek, Türkiye’ye demokrasiyi kazandırmak için kullandılar. HDP’nin ve Kürt seçmeninin Türkiye’nin demokratikleşmesinde stratejik bir yeri olduğu, Türk kamuoyunda ve özellikle de CHP çevrelerinde de kabul edilmeye başlandı. Bunu eski CHP milletvekili Yarkadaş ve İstanbul yeni Belediye Başkanı İmamoğlu, büyük şehirlerin, özellikle AKP’nin kalesi olarak bilinen İstanbul Küçükçekmece ve Esenyurt ilçelerinin kazanılmasındaki HDP oylarının ve özellikle Demirtaş’ın hapishaneden gönderdiği mesajın önemini vurgulayarak belirttiler. Eğer bugün Türkiye demokratik güçleri Erdoğan’ı ve AKP-MHP faşizan iktidarını bir yenilgiye uğrattık diye sevinebiliyorlarsa, bunu HDP’ye ve Kürt seçmenine borçludurlar. Bu seçimde Kürtler ve Türkler arasında doğan bu birlik, şimdiye kadar Erdoğan ve Bahçeli’nin Türklerle Kürtler arasına örmeye çalıştığı milliyetçilik ve şovenizme, Kürt düşmanlığına dayalı korku duvarını da yıkıp attı. Bu birlikten doğan gücü yalnız Türkiye değil tüm dünya gördü. Bunu şimdiye kadar HDP ile yan yana gelmekten imtina eden CHP yöneticilerin de bir çoğu görmektedir. Şu bir kez daha bilinmeli ki, HDP ve demokratik güçler bu seçimde CHP’yi seçmek için CHP’ye oy vermediler, demokrasi için Erdoğan’a ve AKP-MHP iktidarına bir ders vermek için CHP’ye oy verdiler. CHP’lilerin İYİ Partililerin yanısıra HDP’lilerle de kuracağı bir ittifakın Türkiye’de neleri değiştirebileceğini halklarımıza göstermek için oy verdiler. Bu seçim kampanyası boyunca tabanda Kürt, Türk ve diğer Türkiye halklarının, alevi, sunni, hıristiyan ve diğer dinlerden insanların, komünistlerin, CHP’lilerin, İYİ Partililerin, hatta Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı AKP’lilerin, ilerici ve devrimci güçlerin, işçi ve emekçilerin meydanlarda ve sokaklarda oluşturdukları doğal ittifaklar demokrasinin, güzel günlerin umudu olarak yeşermektedir. Şimdi görev tabanda doğan bu doğal ittifakı yaşatmak ve güçlendirmektir.
Erdoğan’ın ayrıştırıcı tehdit politikası iflas etti
Bu seçim kampanyası şimdiye kadar görülmemiş en antidemokratik zor koşullarda yürütüldü. Devletin tüm olanaklarını fütursuzca kullanan Erdoğan muhalefete karşı her türlü şiddeti, tehdidi, yalan ve manipülasyonu uygulamaktan geri durmadı. Medyayı, TV kanallarını ve gazeteleri muhalefetin adaylarına hemen hemen kapattırdı. Sırf kendi mitinglerini ve konuşmalarını naklen yayınlattı. İçişleri Bakanı Soylu ile birlikte toplumda terör estirdiler. Özellikle Kürdistan’da baskılar çok daha ağırdı. Asker ve polisin varlığı, silahların gölgesi her tarafta egemendi. Erdoğan önce Rojova’ya askeri bir müdahalede bulunup, Rojova fatihi olarak seçimleri kazanmayı plânladı. Ama ABD Başkanı Trump buna müsaade etmedi. „Bunu yaparsan senin ekonomini mahvederim!“ deyince geri adım atmak zorunda kaldı. Seçimi kazanmanın kolay olmayacağını anladı. Buna bir de kötü ekonomik koşullar ekleniyordu. Ekonomi kötüye gidiyordu, pahalılık, enflasyon, döviz almış başını gidiyor, pazar can yakıyordu. Tarım ülkesi Türkiye’de soğan, domates, biberin kilosu 10 liradan aşağı düşmüyordu. Gaza, benzine, elektriğe zamlar kapıda bekliyordu. Bu olumsuz koşulları örtbas etmek için Erdoğan kampanyasını PKK, HDP ve Kürt ve Kürdistan düşmanlığı üzerine oturttu. Ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir nefret dili kullandı. Tehditler savurdu. HDP ve mitinglerine saldırıları yoğunlaştırdı. İçişleri Bakanı Soylu ve Erdoğan kazanan HDP’li belediyelere yeniden kayyım atanacağını söyleyerek halka gözdağı vermeye kalkıştı. Erdoğan muhalefet liderlerini alenen tutuklatmakla, idamla tehdit etti. Ama bunlar tutmadı. Zira halk Erdoğan’dan bıkmıştı, değişim istiyordu. „31 Martta hesaplaşırız!“ diyordu ve hesaplaştı, Erdoğan’a beklemediği dersi verdi. Hem doğuda Kürdistan’da hem batıda büyük şehirlerde seçimleri kaybettirdi.
Erdoğan’ın İstanbul aşkı ranttır
Seçimleri kaybeden Erdoğan iyice şaşırdı. Özellikle İstanbul’u kaybetmek onun için büyük bir şok oldu. Belediye seçimlerini, özellikle de İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı‘nı kaybetmek demek, kendi ailesine ve çevresine, beslediği parti yöneticisi ve militanlarına büyük bir rant ve arpalık olarak sunduğu belediyelerin, özellikle de İstanbul Belediyesi‘nin olanaklarını kaybetmek demekti. İstanbul Türkiye’nin ekonomik, siyasi, kültürel kalbidir. İstanbul hâlâ Türkiye’de en büyük rant alanıdır. Erdoğan’ın „büyük aşkım ve sevdam“ dediği İstanbul’daki bu ranttır. O, bu rant uğruna diktiği gökdelenlerle bu şehrin güzelliğine ihanet etti. Daha da ihanet edecekti. Kapatılan Atatürk Havalimanı’nın ve daha nice yerlerdeki arsalarda gözü vardı. Ama bu oyun 31 Martta bozuldu. Halk „yeter artık!“ dedi. Şimdi halkın İstanbul’una, belediyelerine sahip çıkma zamanı. Zira Erdoğan hâlâ Ankara’da iktidarda. Hâlâ elinde büyük bir güç var. O, elindeki bu gücü muhalefetin kazandığı belediyelere karşı kullanmaktan, onların çalışmalarını engellemekten geri durmayacaktır. Açıkça onları “topal ördek” yapacağını, sanki kendi parasıymış gibi onlara devlet yardımı vermeyeceğini, „nasıl yöneteceklerini göreceğiz“ deme küstahlığına kalkıştı. Hâttâ kendi belediye başkanları az oy aldıkları mahallelere „hizmet götürmeyeceğiz“ diye kendilerine oy vermeyen halkı cezalandıracaklarını söylemekten utanmadılar. Kendileri kaybedince halkın iradesini hiçe saymaya kalkarak halka en büyük saygısızlığı yapmaya yeltendiler. Ama halk bu kez dik durdu. Geçen seçimlerde hile ve sahtekârlığa alışık olan Erdoğan ve AKP yöneticilerine bu kez hile ve dolandırıcılık olanağı vermedi. Trafolara kedi sokarak, „atı alan Üsküdar’ı geçti“ diyerek az oy farkla zaferini ilan eden Erdoğan’a bu kez bu fırsatı vermedi. Kendi iradesine, sandıklara sahip çıktı. Erdoğan’ın manevralarına karşı direndi.
Erdoğan ve AKP en büyük manevraları İstanbul’da çevirmeye kalktı. Her türlü hukuksuzluğu, YSK’ya baskıyı, şiddeti, kaba kuvveti göze alarak İstanbul’da seçim sonuçlarını kendi lehlerine çevirmeye kalkıştılar. Seçim sonuçlarına itiraz ettiler. Seçim kurullarına ve YSK’ya bağımsız birer kuruluş olarak değil, AKP’nin ve Erdoğan’ın birer yan kuruluşu gibi davranmaya kalkıştılar. Muhalefetin binlerce oy farkıyla kazandığı yerlerde YSK, AKP’nin itirazlarını anında kabul ederken, muhalefetin 3-5 oy farkla kaybettiği yerlerde itirazları anında reddedildi, kazananın AKP olduğunu ilan etti. YSK’nın bu tarafgir tutumu en açık şekilde İstanbul’da görüldü. Seçim kurulları İstanbul’da hem geçersiz oyları, hem de geçerli oyları tekrar tekrar saydırttı. Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım’la Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu arasındaki 15 bine varan farkın kapanamayacağının uzmanlar tarafından açıklanmasına rağmen, bir oy farkla seçim kazanılır diyen Erdoğan ve Bahçeli „11 milyon seçmenin olduğu İstanbul’da 14-15 bin oy farkıyla seçim kazanmak vicdanları sızlatır“ diyerek seçimlerin yenilenmesi için kamuoyuna ve YSK’ya baskı yapmaya başladılar. Esasında sızlayan halkın vicdanı değil, kendi vicdansızlıklarıydı, yerel erkleri kaybetmekten duydukları rahatsızlıktı. Seçimlerin yenilenebilmesi için gerekli olan tam kanunsuzluk halini oluşturmak için kendi yaptıkları yolsuzlukları, usulsüzlükleri muhalefete yıkmaya kalktılar. „Sandık kurullarının teşekkülünde çete şüphesi var, sandıklarda organize suç şüphesi var, seçim listelerinde seçmen kaydırması var, listelerde hile var, sahte seçmen var, boş arazilere, inşaat halindeki binalara kaydedilmiş binlerce seçmen var“ demeye başladılar. Büyükçekmece’de sahte seçmen bulmak için polise ev baskınları yaptırdılar. Tüm bu hile ve usulsüzlükler muhalefet tarafından seçim öncesinde seçmen kütükleri hazırlanırken YSK’ya bildirildi. Hem YSK hen hükümet ve AKP yetkilileri en sağlam, en hilesiz seçmen listelerinin Türkiye’de olduğunu açıkladılar. O zaman tüm itirazları reddettiler. Nedir bunların şimdi bu usulsüzlük yönündeki acelecilikleri. Ne demişler? Minareyi çalan kılıfını hazırlar! Şüphesiz nerde nasıl hile yapıldığını iktidar çevreleri çok iyi bilmektedirler. Onları kızdıran, ürperten, bu hilelere rağmen seçimi İstanbul’da kaybetmiş olmalarıdır. Kendi yaptıkları hilelere dayanarak “delil” sağlamak ve bunlara dayanarak seçimlere itiraz etmek ve yenilenmesini istemek en kolay iştir. Bunun için hukukçu olmaya da gerek yok! Tüm bu çabalarla AKP İstanbul’da mazbatanın İmamoğlu’na verilmesini 17 gün geciktirdi. Sonunda İl Seçim Kurulu kapanmayan açık oy farkına dayanarak İmamoğlu’na mazbatayı verdi. 25 sene sonra AKP İstanbul’u kaybetti. 25 sene sonra CHP’nin adayı İYİ Partiden, HDP’den partimiz TKP’den Erdoğan’a karşı AKP’lilere, demokratik güçlere kadar sayısız muhalefet grubunun desteği ile İstanbul Belediye Başkanı oldu. Burada önemli olan yalnız İstanbul’un alınması değil, İstanbul şahsında Erdoğan’a ve onun faşizan AKP-MHP koalisyonuna bir darbe indirilmesidir, onlara sonlarının geldiğinin gösterilmesidir. Bu tüm Türkiye halklarının kutlayacağı bir başarıdır. Erdoğan itiraz manevralarıyla kazandığı 17 gün içinde muhakkak büyük bir temizlik yaptı. Hem yolsuzluk dosyalarını yok ettirdi hem de çevresine yeni ihaleler dağıttı. Belediye olanaklarını son bir kez daha yağmalattı. Şimdi bunlar ve 25 yıllık AKP iktidarı döneminde işlenen yolsuzluklar bir bir ortaya çıkarılmalıdır, deşifre edilmelidir.
Seçimlerden çıkarılacak dersler
Bu seçimlerden çıkarılacak çok dersler vardır. İlk kez bu seçimlerde sandıklara sonuna kadar sahip çıkıldı. Muhalefet cephesinden kimse sandıkları terk etmedi. Islak imzalı sandık tutanakları anında kurulan seçim merkezlerine ulaştırıldı. Bunlar hemen sisteme işlendi. Anında adayların aldıkları oylar, aralarındaki fark “ıslak” verilerle ortaya kondu. Devletin, yani Erdoğan iktidarının sesi durumuna gelen Anadolu Ajansının (AA) manipüle edilmiş verilerinden bağımsız, kamuoyuna bir veri ve bilgi akışı sağlandı. Bu gerçek ve doğru bilgi akışı sonunda AA oyların manipüle edilemeyeceğini anlayınca kendi veri akışını gece saat 23’de kapattı. Binali Yıldırım son bir hamleyle AA’nın verilerine dayanarak 3500 oy farkla kendini Belediye Başkanı ilan etmeye kalktı, ama tutmadı. Doğru verilere dayalı muhalefetin 29 bin olan oy farkını YSK da kabul etmek zorunda kaldı. Bu olay gösterdi ki, sandıklara sahip çıkılırsa, ıslak imzalı tutanaklar anında seçim merkezine ulaştırılırsa, AA ve YSK sisteminden bağımsız bir veri, bilgi ve işlem akışı yaratılırsa, Erdoğan ve AKP’nin hile ve yolsuzluk yapma olanağı ortadan kaldırılmaktadır. Geçmiş seçimlerde bu yapılmadığından veya yapılamadığından Erdoğan „atı alan Üsküdar’ı geçti“ diyerek AA’nin manipüle verileriyle kendini başkan ilan etmişti. Artık Erdoğan’ın en önemli bir hile ve yolsuzluk kaynağına çomak sokulmuş oldu. Bu oyununun bozulduğunu gören Erdoğan’ın seçimlerde, sandıklarda “organize suç”, “çete” var dediği olgu muhalefetin sandıklara sahip çıkması, CHP, HDP, İYİ Parti ve diğer partilerden müşahitlerin sözleşmiş gibi sandıklara sahip çıkması ve sandıkları terk etmemesidir. “Çete” CHP, HDP, İYİ Parti ve diğer partilerden müşahitlerin oluşturduğu birliktir, “örgüttür”. “Organize suç” ise sandıklara sahip çıkmaktır. 17 gün boyunca sandıkları terk etmemektir. Demokratik güçler bu suçu işlemekten gurur duymalıdırlar. Böyle bir tavır demokrasiyi savunmaktır. Erdoğan „sandıklarda Fetö çetesi” var diyerek sandıklara sahip çıkılmasını itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Ama tutmadı. Şayet böyle bir çete varsa bunun sorumlusu da sandık kurullarını oluşturulmasından haberdar olan Erdoğan’ın ta kendisidir, suç üstü yaklanmıştır. Bu bundan sonra da Erdoğan’ın sandıklarda yolsuzluk yapmaktan vazgeçmeyeceğini göstermektedir. İlerideki seçimlerde de demokrasi güçlerinin çok uyanık olması gerekmektedir.
Hizmet ve katılımcı demokratik belediyecilik
Bu seçimlerden çıkarılacak diğer bir derste belediyecilik anlayışımızı değiştirmektir. Belediyecilikte genel politikalardan yerel politikalara yönelmek, hizmet esas alınmalıdır. 31 Mart 2019 seçimleri bir genel seçim atmosferi içinde geçti. Erdoğan’a verilen yenilgiyle seçimin bu cephesi başarıyla sonuçlandı. Erdoğan’ın uyguladığı savaş ve baskı siyaseti, enflasyonu, pahalılığı artıran ekonomi politikası halk tarafından reddedildi. Böylece Erdoğan’ın süngüsü düşürüldü. Ama bu seçim esas olarak yerel idari seçimlerdi, belediye seçimleriydi. Belediye seçimlerinde halkın en yakıcı günlük sorunlarının, halkın beklediği hizmetlerin görüşülmesi, tartışılması gerekirdi. Kampanya boyunca bu sorunlar yeterince tartışılamadı. Şimdi bu tartışmalar yapılmalı, geniş kapsamlı programlar hazırlanmalı, bunlar halka sunulmalıdır. Halkla beraber şeffaf, katılımcı, demokratik belediyeciliğin örnekleri verilmelidir. Mümkün olduğunca tüm kararlara halkın katılımı sağlanmalıdır. Gelir ve giderler, hizmetler açık, şeffaf olmalıdır. Şeffaflık belediye başkan odasını kapısını kaldırmakla sağlanmaz, şeffaflık halkın, tabanın tüm kararlara katılım ve icraatı kontrol etme mekanizmalarını yaratmak ve hayata geçirmektir. Hizmet halkın ihtiyacına tekabül etmelidir, ayrım yapmaksızın eşit ve tüm vatandaşları kapsayıcı olmalıdır. Güzel, temiz, ulaşımı kolay, kültürel olanakları fazla, aile ve gençleri, kadınları kucaklayan, güvenli ve huzurlu bir beldede yaşamak vatandaşın hakkıdır. Sol ve demokratik güçler bunları gerçekleştirdikçe halk tarafından yeniden yeniden seçileceklerdir. Geçmişte hem CHP, hem HDP, hem de diğer demokratik güçlerin yönettikleri belediyelerde bir çok hatalar yapıldı. Şimdi hizmeti temel alan katılımcı demokratik belediyeciliği hayata geçirmeliyiz.
Eksiklerimiz ve yeni görevlerimiz
Bu seçim çalışmalarımıza eleştirel olarak bakmak da gerekmektedir. Tüm seçim kampanyası boyunca Erdoğan toplumda görülmemiş bir terör estirdi. Bu terör sayesinde Türkiye çapında belediyelerin büyük bir çoğunluğu hala AKP’nin ve MHP’nin elinde kaldı. Özellikle Kürt illerinde estirdiği terörle, güvenli bölge adı altında asker ve polis gözetiminde kurduğu sandıklarla, beldelerin sosyal yapısında yaptığı değişikliklerle seçimleri manipüle etti, bazı Kürt illerinde seçimi kazanmayı sağladı. Buna rağmen bu kayıplar düşündürücüdür. HDP, bu kayıpların değerlendirileceğini, özeleştirel bir yaklaşımla eksikliklerin ve yanlışların saptanacağını, eksikliklerden dersler çıkarılacağını kamuoyuna açıkladı. Türkiye Kürdistanı’nda güçlü bir HDP Türkiye’nin genelinde, özellikle de batıda işçi ve emekçilerin, demokratik güçlerin mücadelesinde büyük bir güç kaynağıdır. Bu seçim öncesi ve sonrasında genellikle Türkiye’nin batısında, özellikle de İstanbul’daki baskı ve yolsuzluklar üzerinde çok duruldu. Kürdistan’daki baskı ve yolsuzluklar gündeme çok gelmedi, bir yerde “ihmal” edildi. Bu batıdaki demokratik güçlerin bir eksiğiydi. Şimdi özellikle Kürdistan’a yönelmeliyiz. Erdoğan’ın Kürtlere uyguladığı baskıları, Rojova’ya müdahale planlarını, savaş hazırlıklarını deşifre etmeliyiz, Leyla Güven ve arkadaşlarının açlık grevlerine sahip çıkmalıyız. Unutmayalım ki, Türkiye’nin demokratikleşmesi Diyarbakır’dan geçer, Kürtlerin özgürleşmesinden, Öcalan üzerindeki tecritin kalmasından geçer, güçlü bir HDP’den geçer. Bu da Erdoğan’ın hem doğuda hem batıda geriletilmesini gerektirir. Erdoğan ve çatıştırdığı AKP-MHP ittifakı hala %52 gibi bir çoğunluğa sahip. Türk yığınlarda milliyetçilik ve şovenizm hala güçlü. Bu çoğunluğu azaltmak, bu gücü kırmak gerekmektedir. Bu önümüzde duran büyük bir görevdir. Yerel seçimlerde bir başarı kazandık. Ama Erdoğan iktidarına son vermek için bu yeterli değildir. Şimdi seçim kampanyası sırasında tabanda CHP’li, HDP’li, İYİ Parti’li, AKP’li ve diğer parti seçmenleriyle, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Roman ve diğer Türkiye halklarıyla, alevi, ezidi, islam, hrıstiyan ve diğer inanç ve kültürlerden insanlarla oluşturulan ilişkiler, birlikler korunmalı, devam ettirilmeli ve güçlendirilmelidir. Bu seçimlerde elde edilen en büyük başarı halklarımız, yaşadığımız inançlar ve kültürler arasında yaratılan önyargıların yıkılması, demokrasi için birlikte mücadele azminin doğmasıdır. Şimdi bunu yaşatma zamanıdır. Seçim bitti, ama demokrasi için mücadele bitmedi. Mücadele yeni başlamaktadır. Çünkü seçimlerde bu mücadelenin temeli atıldı. Erdoğan iktidarı bu temel üzerinde verilecek mücadelelerle yıkılacaktır. Haydi görev başına!
TKP 1920 20.04.2019