TKP’nin 100. yılı, Türkiye İşçi Sınıfına, Türk, Kürt ve tüm Türkiye halklarına, Uluslararası İşçi ve Komünist Hareketine kutlu olsun!
- Politik tezler
I- Barış, demokrasi, halkların özgürlüğü ve sosyalizm yolunda bir asırlık mücadele
DÜNYADA ve ülkemizde işçi sınıfının ve emekçilerin, tüm insanlığın sömürü ve talandan, savaş ve saldırganlıktan, ulusal baskı ve zulümden kurtuluşu için, barış, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm, halkların özgürlüğü ve dostluğu, enternasyonal birlik ve dayanışması için kapitalizme ve emperyalizme, tekelci burjuvaziye ve gericiliğe karşı yılmadan verilen mücadelelerle dolu, bir asır!
Başarılar ve yenilgilerle, acılar ve sevinçlerle, cinayet ve ölümlerle, zindan ve sürgünlerle, likidasyon ve yeniden atılımlarla dolu bir yüzyıl. İşçi sınıfının yüce davası: sömürüsüz ve baskısız, savaşsız ve zulümsüz, demokratik, özgür, eşitlikçi, barışçıl, dayanışmacı yeni toplum sosyalizmi kurma uğruna dünyada ve Türkiye’de burjuvaziye, tekellere boyun eğmeden mücadele eden komünistlerin kahramanlıklarıyla dolu bir yüzyıl! İşçi sınıfının ve komünistlerin mücadelesi enternasyonaldir. Kurtuluşları da enternasyonaldir. Komintern bu mücadelenin sevk ve idare merkeziydi. Partimiz TKP ve Türkiye işçi sınıfı bu mücadelenin bir parçasıydı ve hâlâ parçasıdır.
II- Reel sosyalizm yenildi, ama insanlığın kurtuluş mücadelesi devam ediyor
Bu bir asrın en büyük olayı Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin zaferi ve insanlığın 72 yıl sömürüsüz, baskısız, gerçek barış, insan hak ve özgürlükleri için savaşan, halkların özgür ve eşit birlikte yaşadığı bir topluma şahit olması ve sosyalizmi tatmasıdır. İnsanlığın kurtuluşa doğru giden umutlarla dolu bu büyük yürüyüşü maalesef 1989’da reel sosyalizmin yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla büyük bir yenilgi aldı. Dünya İşçi ve Komünist Hareketi kapitalizmle giriştiğimiz sistem savaşını kaybetti, yenildi ama yok olmadı. İnsanlığın kapitalist ve emperyalist sömürü ve baskıdan kurtuluş mücadelesi ve yürüyüşü devam ediyor. Fukuyama gibi emperyalizmin iflah olmaz apolegetlerinin dediği gibi tarihin sonu gelmemiştir. Yaşadığımız dönemde sınıf savaşının gözden düşürülmesine, köhne bir olgu olarak gösterilmesine rağmen, bu kapitalist düzende sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen, burjuva ve proleter sınıfları var olduğu sürece bu savaş da sürecektir. Bu bir toplumsal yasallıktır.
Reel sosyalizmin çöküşünde objektif koşulların getirdiği zorlukların yanı sıra yöneticilerin revizyonist, reformist ve oportünist tutumları, subjektif davranışları, Marksist-Leninist ilkelerden sapmalar büyük rol oynamıştır. Bu yenilgiden çıkarılacak en önemli ders, erken gelen devrimimizi yaşatmak için teorimizin gerektiği gibi geliştirilememiş ve pratiğin gerektiği gibi genelleştirilememiş olmasıdır. Marks’ın proletaryanın iktidarı aldıktan sonra kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci olarak nitelediği proletarya diktatörlüğü sürecinin kısa değil uzun yıllar alacak olan bir süreç olduğu ve bu sürecin zorunluluğunun halka tekrar tekrar anlatılması gerektiği ortaya çıkmıştır. Yaşadığımız daha sosyalizm değildi ama biz sosyalizm dedik, yaşanan kapitalizmden sosyalizme geçiş, proletarya diktatörlüğü süreci idi. Görüldü ki, bu süreç Marks’ın ve Lenin’in öngördüğü gibi kısa değildi. Alt yapıyı da üst yapıyı da değiştirmek çok uzun yıllar almaktadır.
Reel sosyalizmin yenilgisinden etkilenmeyen ilerici, devrimci, demokrat, barışçıl hiçbir güç kalmamıştır. En çok etkilenen ise komünist partileri olmuştur. Bunların bir kısmı isim değiştirdi, bir kısmı bölündü, parçalandı, bir kısmı kendini feshetti, büyük bir bölümü, küçüldüler ama varlıklarını koruyabildiler. Bazı Troçkist, revizyonist güçler, devletlerin de desteği ile yeni komünist partileri kurdular. Uğradığı likidasyon nedeniyle Avrupa’da varlığını koruyamayan partilerden biri de partimiz TKP oldu. Varlıklarını sürdüren, mutasyona uğrayan, yeniden oluşan bu partiler zaman zaman toplanarak komünist bir hareketin varlığını ortaya koymaya çalışıyorlar. Ama bunlar bir ülkeden birkaç komünist partisinin katıldığı farklı görüşlere ve anlayışlara sahip, çoğu Marksizmi-Leninizmi kabul etmeyen veya tartışan partilerden oluşan bir konglomerat görünümündedir. Nasıl gelişeceğini izlemek gerekmektedir.
Reel sosyalizmin çöküşü, dünya işçi ve komünist hareketinin yanı sıra, ulusal kurtuluş hareketlerini, barış ve demokrasi hareketini de derinden etkiledi. ABD öncülüğünde oluşan düzen sistem karşıtı güçleri ya kendi etkisine alıp etkisizleştirdi ya da kendine bağımlı hale getirdi ya da içten çökertti, ama yok edemedi. Halkların ulusal kurtuluş, özgürlük ve demokrasi savaşımı, işçi sınıfının sömürü ve baskıya karşı mücadelesi asla durdurulamaz. Ama bu savaş bugün çok zor koşullarda verilmektedir. Geçmişte reel sosyalizm, dünya işçi ve komünist hareketiyle birlikte yürütülen bu savaşlar günümüzde hem ulusal hem bölgesel hem de uluslararası alanda otoriterleşen, faşistleşen, saldırganlaşan emperyalist güçlere karşı çok sınırlı bir dayanışmayla yürütülmektedir. Bu savaşlar ulusal ve uluslararası alanda emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden de yararlanarak en geniş demokrasi güçlerinin ittifakı örülerek verilmelidir. Burada küçük de olsa komünist partilerine büyük görevler düşmektedir. Günümüzde kurtuluş savaşlarına örnek olacak bir savaşım Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesidir.
Reel sosyalizmin yenilgisinden, 1989’lardan sonra ideolojik olarak sınıf mücadelesine saldırmak için toplumsal cinsiyet, etnik ve kültürel farklılıklardan doğan postmodernist çoğulculuk anlayışları, 20. Yüzyılın sınıf ideolojisinin yerine geçirilmeye çalışılarak liberalizme kapı açıldı. Liberallerin çok tuttuğu “sivil toplum”, ”sol”un ileriye sürdüğü çoğulculuk kavramları, sınıf kavramının yerine dayatılarak, bu savlarla örgütlenerek “tarihin sonu; sınıf mücadelesinin sonu” teorileri örülmeye çalışıldı. Dünyada işçi ve emekçi yığınlar, reel sosyalizmin yenilgisinden sonra kapitalizmle hesaplaşma mücadelelerinde zayıfladılar, güçlerini büyük ölçüde yitirdiler. Bugün dünyada işçi ve emekçi yığınların giderek daha geniş kesimleri, kapitale karşı giriştikleri hak arama ve demokrasi mücadelelerinde yenildikçe, dünyada artan savaş tehlikesi ve her ülkede gelişen otoriter ve faşizan eğilimlerle karşılaştıkça reel sosyalizmi aramaktalar ve Marksizm-Leninizm temelinde örgütlenen ve savaşan komünist partilerin yokluğunu hissetmektedirler. Yeniden Marksizm-Leninizm temelinde bu partiler ve bu partilerin enternasyonal birliği yaratılmadan ülkede ve dünyada tekelci burjuvazi daha istediği gibi at koşturacak, dünyayı ateşe vermeye devam edecektir.
III- Emperyalizm insanlığı bir 3. Dünya Savaşı’na sürüklüyor
Dünya ölçüsünde yeniden üstünlüğü elde eden kapitalist, emperyalist sistem “küreselleşme” adı altında ABD’nin önderliğinde tek boyutlu bir dünya düzeni yaratmaya girişti. Ama bu düzen çelişkisiz değildi, olamazdı da. Kapitalizm kendi içinde sınıflar, dünya ölçüsünde emperyal rakip odaklar arasındaki çıkar çelişkileriyle doludur. Günümüzde bu çelişkilerin en belirgini ve tehlikelisi ABD ile Çin arasında ortaya çıkan çatışmalardır.
Emperyalizm bugün Lenin’in zamanına göre çok farklı olmakla birlikte, sermayenin temel özellikleri yeni biçimlerle yürürlüktedir. Emperyalizm hâlâ tekelleşmedir, tüm yanlarıyla gericilik ve saldırganlıktır. Lenin zamanının tekelleri bugün İMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi örgütleriyle devasa çok uluslu şirketlere dönüştüler. Dünyayı yağmalıyorlar. Geçmişin sömürgeleri ‚bağımsız‘ olmakla birlikte, yoksulluk, bağımlılık, siyasi müdahale ve birikmiş değerlerin ABD ve Avrupa’daki kapitalistlere aktarılmasıyla eşitsizliği sürekli üreten ve destekleyen mekanizmalara tabi kılınmaktalar.
1980’lerde neoliberal saldırılar dünyanın önde gelen emperyalistleri, Reagan’ın ABD’si ve Thatcher’ın İngiltere’siyle birlikte başladı. On yıl sonra Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle kendilerine yeni kapitalist genişleme olasılıkları açıldı ve emperyalizmin savaşa, az gelişmiş ülkeleri sömürmesine engel olan askeri güç dengesi de son buldu. Dünyanın yeniden paylaşımı Körfez Savaşları ile başladı, Arap Baharı ile devam etti, bugün de Suriye’deki savaşla devam ediyor. Kapitalizmin krizi ilerledikçe, emperyalist devletler, nispeten bağımsız olan devletler üzerinde hem stratejik kaynakları hem de pazarı kontrol etmek üzere eski sömürge sahiplerini rol almaları için zorladılar ve Irak’tan sonra savaş açtıkları bu ülkelerin bağımsızlıklarını yok ettiler. ABD emperyalizminin girişimleriyle emperyalist güçlerin yarattığı savaşlar, sadece çok büyük insan felaketine yol açmamış, aynı zamanda ABD’de de felaketlere neden olmuştur. ABD emperyalizmi kanlı bir dizi savaşlar yaratarak, birbiri ardına felaketlere neden olurken, karakteristik bir kibirle, yeni savaş biçimleri ve tehditlerle kendisini ortaya çıkan krizden kurtarmaya çalışmaktadır.
Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte ABD’nin stratejisi, emperyalist bir rakibin ABD’nin üstünlüğüne meydan okumasını önlemek üzerineydi. Strateji, neoliberal dünya düzenine öncülük etmekti. Amaç, dünya devletlerini teşvik, baskı ve gerekirse zorbalıkla bu dünya düzenine dâhil etmekti. Değişen yönetimleriyle, askeri müdahaleyle Irak gibi sözde ‚‘haydut‘ devletlere meydan okumaya başladı. Genel amaç; çıkardığı savaşlarla, aynı veya herhangi bir düzeyde emperyalist bir rakibin ortaya çıkmasını engellemekti.
Ama ABD Çin’in yükselişini engelleyemedi. Çin yükselirken kendi düşüşe geçti. Artık 90‘lar ve 2000’lerin başlarında olduğu gibi tek kutuplu bir dünya değil, bugün asimetrik birçok kutuplu bir dünya düzeni ortaya çıkmaya başladı. ABD, hâlâ en büyük ekonomik, askeri ve jeopolitik etkiye sahip olmasına rağmen üretimde dünyada birinciliğini 2011’de Çin’e kaptırdı ve üstünlüğünü kaybetti. Çin yeni sanayileşme süreçlerinde, bilişim teknolojilerinin gelişiminde öne geçti. ‘Çin 2025‘ isimli girişimle ekonominin uzun yürüyüşüyle kapitalist değer zincirlerinden geçmeye de kararlı. Yüksek teknoloji alanında özellikle 5G teknolojisinde lider olan ulusal şirketleri, ABD, Avrupa ve Japonya’nın piyasasına hâkim olan şirketlerle rekabet etmek için desteklemektedir. Çin’in “İpek Yolu” projesi daha şimdiden ABD ve AB’yi “korkutmaya” başlamıştır. ABD imalat sanayiini geri getirmek, Çin’den uzaklaştırmak için hamleler yapıyor ve seleflerinin dikkatini ‚‘Teröre karşı savaştan‘, özellikle Çin’e karşı rekabete kaydırıyor. ABD bir an evvel Ortadoğu’dan kurtulup tamamen Çin’e yüklenmek istiyor. Avrupalıları bu konuda zorluyor. Çelişkiler keskinleşiyor. Ama Washington’un, tekrar üstünlüğü elde etme kararı, Çin’in kendisini dünya gücü olarak var etme kararı aynı zamanda çatışmaların açık bir çatışmaya dönüşmesini de engelliyor: her iki güç de mevcut var olan ticari anlaşmalarını korumaya çalışıyor ve her iki güç de birbirini imha edecek nükleer silahlara, askeri güç ve donanıma sahipler. Bütün bu eğilimlere rağmen, önümüzdeki yıllarda rekabet beklentilerinin artacağı açıktır. Çin’e uygulanan bu yeni emperyalist strateji ABD’yi yeni bir soğuk savaşa çekiyor, ama her şey bir anda bir çatışmaya da dönüşebilir.
ABD hâlâ en güçlü emperyal odak olmakla birlikte, artık liderliği tartışılır hale gelmiştir. Burada emperyal Rusya ve AB yerini tam belirlemiş değil. Emperyal bloklar arasındaki çelişkilerin çözümü genellikle paylaşım savaşlarıdır, giderek dünya savaşıdır. Bugün dünya hızla, 3. Dünya Savaşı’na doğru gitmektedir. Avrupa ve Ortadoğu’da, bugün Türkiye’nin de müdahil olduğu bölgede yaşanan savaşlar emperyal paylaşım savaşlarıdır ve olasılıkla 3. Dünya savaşının öncüleri veya başlangıcıdır. Reel sosyalizmin varlığı sayesinde Avrupa 45 sene savaş yaşamamıştır. Bugün emperyalist bloklar arasında çıkacak bir 3. Dünya Savaşını önleyecek olanlar yine en başta işçi sınıfı ve emekçiler, demokratik güçlerdir, onların devrimci örgütleri ve enternasyonal birlikleridir.
IV- Reel sosyalizm sonrası değişen strateji ve taktik
Reel sosyalizm döneminde işçi ve komünist partilerinin strateji ve taktikleri sistem savaşında sosyalist sistemin yanında yer almak, kendi ülkesinde emperyalist sistemi zayıflatmak, dünya ölçüsünde ise giden nükleer bir savaşı engellemek ve barışı korumak için tekelci burjuvazinin en saldırgan kesimleri dışında burjuva kesimlerin, işçi sınıfı ve emekçilerin, tüm ilerici ve demokratik, barışsever güçlerin en geniş ittifakını oluşturmaktı. XX. Yüzyılın ikinci yarısından sonra sistem savaşı giderek keskinleşiyordu. Bu nedenle ulusal sorun, kadın, gençlik, çevre sorunları gibi sorunlar sistem savaşı çerçevesinde ona bağlı olarak ele alınıyordu. Çünkü belirleyici olan sistem savaşıydı. Bizler sistem savaşını kaybettik. Artık strateji ve taktiğimizde belirleyici olan sistem savaşı değil, kendi ülkemizdeki sınıf savaşımları, demokrasi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesidir, artan savaşa karşı barış, halkların inkâr ve imhasına karşı özgürlük, otokratlığa ve diktatörlüğe karşı demokrasi, doğanın tahribatına karşı ekoloji ve kadına şiddete karşı kadın hakları için mücadelelerdir.
İşçi sınıfının savaşımı yine enternasyonaldir, demokrasi ve özgürlük, insan hakları, savaşa karşı barış mücadelesi, ulusal sorun, çevre ve iklim sorunu, kadın hakları ve diğer sorunlar aynı zamanda uluslararasıdır. Bu mücadeleler hem kendi ülkesindeki hem de uluslararası alandaki emperyalist güçlere, tekelci burjuvaziye karşı verilen mücadelelerdir. Burada öne çıkan önce kendi ülkesinin emperyalizmine, uluslararası alanda savaşı, gerginliği körükleyen, dünyanın ekoloji dengesini tahrip eden tekelci burjuvaziye karşı mücadele etmektir, bu savaşımı diğer ülkelerdeki ilerici güçlerin savaşımıyla bağlamaktır. Bugün internet, sanal dünya dışında değişik şekillerde canlı buluşmalar yapılmaktadır. Bu buluşmalar genellikle kapitalist sistem içinde kalmakta, kapitalist sistemi, modernleştirme, iyileştirme, insancıllaştırma çerçevesini aşamamaktadır. Barış ve ekolojik sorunların köklü çözümü için tutulacak yol ise kapitalizmin tabiatına aykırıdır. Bu arayışları kapitalizme alternatif, devrimci bir zemine oturtmak gerekmektedir. Bu da devrimci komünist partileriyle mümkündür.
Ülkemizde partimizin strateji ve taktiği açısından öne çıkan sorunlar şimdiye kadar çözülmemiş olan sorunlardır. Bunlar başta ulusal sorun, Kürt sorunudur, kadın ve gençlik sorunu, din ve kültür, eğitim ve aydınlanma sorunu, ekoloji sorunu, ülkenin kalkınması ve ekonomik yıkımdan kurtulması, işsizliğin, özellikle genç işsizliğin azaltılması, istihdamın artırılması, yaşam seviyesinin yükseltilmesi sorunlarıdır, faşizan tek adam rejimine karşı mücadeledir. Bunlar önümüzde duran görevler, savaşım alanlarıdır ve Türkiye’de işçi sınıfının savaşı diğer ülkelerin işçi sınıfının savaşımlarından farklı olan özellikler içerir.
V- Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, çözmemek savaştır, yıkımdır
Avrupa işçi sınıfı ve burjuvazisi ulusal sorunu, komşularıyla sorunları genel olarak çözmüştür. Türkiye’de ise bu sorunlar hâlâ gündemdedir, çözüm beklemektedir. Türkiye’nin ulusal sorunu bir yönüyle Türklerin çok uluslu bir ülkede yaşadıklarını görmeleri ve tarihleriyle yüzleşmeleri sorunudur. Günümüzde ulusal sorun en başta Kürt sorunudur, Kürt halkının kendi kaderini, ayrılma dâhil özgürce belirleme mücadelesidir, yüzyıllardan beri Türk devletinin baskı, zulüm, inkâr ve imha, asimilasyon politikasına karşı isyanıdır, eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokratik cumhuriyet istemidir. Türk devletinin görüşüne göre Kürt sorunu yoktur, Türkiye’de yaşayan herkes kökeni farklı da olsa Türk`tür. Eğer Kürt sorunu olarak çıkan bir sorun varsa bunun çözümü de demokratik hak ve özgürlüklerini isteyenlerle savaştır, onların direnişini zorla ezmektir.
Kürt sorunu karşısında Türk devletinin tutumu budur. İşçi sınıfının, ilerici demokratik güçlerin tutumu ise barışçıl ve demokratik çözümdür. Kürt sorunun aynı zamanda Türklerin kendilerini ve Türkiye’yi tanımaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşitlik, özgürlük, özerklik, demokratik temelde yeniden yapılanması için bir fırsattır. İşçi sınıfının, sınıf mücadelesinin önünde duran sorun demokrasi mücadelesi, bu mücadelenin de merkezindeki sorun Kürtlerin özgürlüğü ve Türkiye’nin devlet ve toplum olarak demokratik temelde yeniden yapılanmasıdır. Yakın hedefte partinin politik gündeminin odağında olan sorun budur. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, sınıf savaşımı gelişemez, sosyalizm yolunda ileri adım atılamaz. Türkiye demokratikleşmeden de Kürt sorunu barışçıl çözülemez, sınıf savaşı ilerleyemez. Bu diyalektik çelişkiyi çözmek komünistlerin ve demokratik güçlerin önünde duran görevdir. Partimizin bu nedenle sınıf mücadelesinde Kürt sorununun önemini Türk işçilerine ve emekçi halkına anlatmak, onlarda milliyetçiliği ve şovenizmi kırmak, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü sağlayacak sol, demokratik ve ilerici güçlerin ittifakı için çalışmak, Kürt halkının savaşımıyla dayanışmayı örgütlemek ve Erdoğan’ın tek adam rejimini geriletmek ve yenmek için geniş bir demokrasi cephesini örmek görevini önüne koymaktadır.
Erdoğan Kürt sorununu zorla, savaşla “çözmeye” giderken ilk hedefi kendi faşizan tek adam rejimini, iktidarını sağlamlaştırmak, geleceğini garanti altına almaktır. O Kürtlere karşı açtığı savaşla halkı içine düşürdüğü ekonomik sıkıntılardan çekip almakta, onun dikkatini savaşa ve dış sorunlara çekmektedir. Bu savaşla, körüklediği milliyetçilik ve şovenizmle Türk ve Kürt halkı arasına tamiri zor düşmanlıklar ekmekte, iki halkı birbirinden koparmakta ve ortak yaşamı zehirlemektedir. Bir gün Kürtler “yeter” deyip ayrılma kararı alırlarsa bunun sorumlusu Erdoğan’dır, onun politikasıdır, bu politikayı destekleyen Türkler ve işbirlikçi Kürtlerdir. Bölücü olan demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele eden Kürtler değil bu haklı istemleri zorbalıkla boğmaya çalışan Erdoğan ve destekçileridir.
Başta Erdoğan, ona destek veren egemen güçler yalnız Türkiye’deki Kürtlere değil, diğer ülkelerdeki Kürtlere de yaşam hakkı tanımıyorlar. Kürtler ve Kürdistan bugün yoğunluk olarak Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasında 4 parçaya bölünmüştür. Türk devleti bu 4 parçadaki Kürtleri kendi egemenliği için tehdit olarak görmekte ve onlara karşı savaş açmaktadır. Bugün yoğun olarak Irak’ta Kandil dağlarında olan PKK güçlerine ve Suriye’de Rojava’da oluşan özyönetime, YPG ve SDG’ye karşı aktif bir savaş yürütmektedir. Erdoğan bu savaşlarda İŞİD, El-Kaide gibi en cani ve barbar cihadistleri kullanmaktadır. Bunlar Erdoğan’ın kiralık askerleri, lejyonerleridir. O bunları bugün Libya’da da çarpıştırmaktadır. Erdoğan için Kürtlere saldırı demek, komşulara saldırı, Ortadoğu’da yayılma, Yeni Osmanlıcı emperyal hayallerini hayata geçirme, İŞİD ve diğer cihadistlerle işbirliği demektir. Erdoğan ülkede desteğini kaybettikçe daha da saldırganlaşmakta, Doğu Akdeniz ve Ege’de yeni gerginlikler yaratmakta, savaş tamtamları çalmaktadır, Türkiye’nin Ortadoğu batağından çıkması, komşularıyla iyi ilişkiler kurabilmesi için Kürtlerle savaşa son vermesi, barış masasına dönmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bölgeyi ateşe veren, dünyada yalnızlaşan, izole olan bir Türkiye kaçınılmaz olacaktır.
Kürtlerle ve komşularla savaş aynı zamanda Türkiye için ekonomik bir yıkımdır, halk için enflasyon ve pahalılıktır. Kürtlerle savaşta atılan her bir bomba, uçan her bir SİHA ve İHA, sıkılan her bir kurşunun parası, zamlarla, vergilerle halkın cebinden zorla alınmaktadır. Savaş bir ülkenin insan ve mali kaynaklarını yutar, bitirir. Savaşan bir ülke ekonomisini düzlüğe çıkaramaz. Kalkınmak isteyen bir Türkiye, istihdam, refah, demokratik bir yaşam isteyen Türk halkının Kürtlerle savaşa karşı çıkması gerekmektedir. Erdoğan artık iktidarda yalnız savaşla kalabilmekte, demokrasiyi, güçler ayrılığını, parlamentoyu savaşla rafa kaldırabilmekte, akademisyenleri, siyasi muhaliflerini yargısız hapislere tıkabilmektedir.